İşlem yapılıyor, lütfen bekleyin...

Hizmette 10+ Yıl ve binlerce müşteri memnuniyeti... | %100 doğru kaynak | %100 memnuniyet | %100 mezuniyet |

Netsorular.com
ULİ401U-AMERİKAN DIŞ POLİTİKASI DERSİNİN 1. ÜNİTE DERS ÖZETİ
ULİ401U-AMERİKAN DIŞ POLİTİKASI DERSİNİN 1. ÜNİTE DERS ÖZETİNE VE DİĞER DERSLERİN DERS ÖZETİNE ULAŞABİLİR, AÖF ÇIKMIŞ SORULARI, AÖF DERS ÖZETLERİNİ VE AÖF YARDIMCI KİTAPLARI ONLİNE SİPARİŞ VEREBİLİRSİNİZ...

ÜNİTE 1 - ULUSLARARASI SİSTEMDE AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ (ABD)

Özellikle realist okul öğretisinin hakim olduğu dönemde devletler genel olarak dört gruba ayrılır. Küçük, orta, büyük ve süper devletlerdir. Bu gruplandırma devletlerin uluslar arası sisteme etkine göre yapılır. ABD’de bu nedenle süper güç olarak adlandırılır. Çünkü uluslararası sisteme etkisi diğer devletlere oranla daha büyüktür ve özellikle 20. yüzyılda uluslararası sistemin şekillenmesinde etkisi oldukça büyüktür. Ancak kendisi de kurulduğu günden itibaren uluslararası sistemden etkilenmiştir. Bu etkileşim ABD dış politikasının temellerini oluşturmaktadır.

ABD Dış Politikasının Güç Kaynakları

Güç Kaynağı: Devletlerin dış politikalarında başarılı olmak için sahip oldukları soyut ve somut yeteneklerden oluşan varlıkların tamamıdır. ABD dış politikasının uluslar arası sistemde ki performansında ve başarılı olmasında rol oynayan faktörlerden ilki güç kaynağı ikincisi ise dış politika stratejileridir.

ABD’nin Somut ve Soyut Güç Kaynakları

ABD, Avrupalı devletlerin sömürgelerinden oluştuğu için Avrupa ‘da meydana gelen her türlü gelişmeden etkilenmiştir. Avrupa topraklarında meydana gelen, reform, Rönesans, dini reformasyon ve modernleşme hareketlerini bir bir takip etmiş Avrupa’ya paralel güç olarak güçlenmiş daha sonra ise; sömürgelerden bağımsız bir devlet olarak Avrupa üzerinde bir hegemon güce sahip olmuştur.

ABD’nin somut güç kaynakları ise, toprak bütünlüğü, jeopolitik konumu, doğal kaynakları, ordusu, nüfus büyüklüğü, askeri gücü, ekonomik üretimi sayılabilir. Soyut güç kaynakları ise, sahip olduğu değerler ve ilkler toplamıdır. Bunlar; toplumsal kültürü, federal ( bileşik) devlet modeli başkalık sistemi, liberal değerleri ve dış politika stratejileridir.

Başkanlık Sistemi; ABD Başkanlık Sistemi hem kendi içinde ki eyaletleri birleştirdiği için hem de diğer ülkelere örnek olduğu için ABD’nin soyut güç kaynaklarının başında geliyor.

Jeopolitik Konumu: Ülkenin doğusunda Atlantik Okyanusu Batısında Pasifik Okyanusu’nun var olması geniş topraklar üzerine kurulmuş olması önemli bir avantajdır Ayrıca güneyinde ve kuzeyinde kendinden daha büyük bir devlet yoktur. Kuruluş ve büyüme sürecinde Avrupalı Devletlerle yaptığı savaşlar ve 11 Eylül terör saldırı haricinde topraklarında büyük bir savaş ve ya saldırı meydana gelmemiştir.

ABD güç kaynaklarını sürekli geliştirmekte olan bir ülkedir. Sanayisini, ekonomik ve askeri üretimini geliştirmiş sürekli yenilemiştir. Büyük bir ülke olduğu için var olan kaynakları Avrupa’dan gelen bilim ve teknoloji ile birleşince ABD’nin ekonomik gücü katlanarak artmıştır. Bu gücün en önemli unsuru deniz gücü ve donanması olmuştur. Ünlü Amerikalı stratejist Alfred Taylor Mahan’ın, 1890 tarihinde yazdığı Tarihte Deniz Gücünün Etkisi 1660-1783 eserinde vurguladığı; deniz gücünde üstün olan bir devlet dünya çapında daha büyük bir etkiye sahip olur teorisi gibi ABD’de deniz gücüne önem vermiştir.

20. yüzyıla gelindiğinde ABD’nin sahip olduğu bu deniz gücü okyanus ötesine kadar ulaşmıştır. Geliştirdiği donanma sayesinde ekonomik askeri güç sıralamalarında en başta yer almıştır. ABD’nin geliştirdiği konvansiyonel ve nükleer askeri güç, ulaşım iletişim, haberleşme, haberleşme ve diğer alanlardaki teknolojik araçlar; sanat, kültür ve edebiyattaki eserleri; yaşama standartlarını yükselten araç ve gereçleri ve diğer pek çok alandaki üstünlüğü, ABD dış politikasına olumlu bir katkı yapmıştır.

Dördüncü güç kaynağı, soyut güç kaynaklar› kategorisine sokulması gerekensiyasal değerleri ve ilkeleridir. ABD’nin Yeni Ulus (The New Nation) imajı ve liberal değerleri, ABD’nin dış politikasına üstünlük algısı doğurmuştur. ABD’nin bir sömürge imparatorluğunu (İngiltere’yi) mağlup ederek bağımsızlığını kazanması, ardından federal bir cumhuriyet olarak kuruluşu ve nihayet ‘Birleşik Devletler’ Anayasasın yazması tüm dünyan›n ilgisini çekmiştir. ABD’nin bu siyasal başarısı hem ABD’li yöneticiler tarafından dünyaya model olarak yaygınlaştırılmış hem de dünya halklarının ilgisini çekmiştir. Bu cazip avantajı iyi kullanan ABD yönetimleri, dünyaya daha özgüvenle bakmış ve ilişkiler kurmuştur. Bu özgüven, çoğu zaman Yeni Ulus anlayışıyla birleşerek diğer ülkelere yayılmasında çok etkili olmuştur. ABD yöneticileri kendilerini ‘ayrıcalıklı’ bir pozisyonda görerek dış politika yapımılar, ABD’nin sahip olduğu liberal ideoloji ve yönetim tarzını yaymaya çalışmışlardır. Liberalizmin insan hakları, özgürlükler, demokrasi, piyasa ekonomisi vekendi kendini yönetmek gibi idealleri, ABD’nin imajını dünya çapında güçlendirmiştir.ABD’nin kültürel, dinî, ideolojik, siyasal, ekonomik değerleri, başka ülkeler Üzerinde etkili olmasına yardımcı olmuştur. ABD’nin bu değerlerinden oluşan YumuşakGücü, askerî kuvvete dayalı sert gücü kadar etkili olmuştur. Tabii ki bu kaynaklarını doğru bir şekilde kullanılabilmesi için, uygun dış politika stratejilerini geliştirdiğini de göz ardı etmemek gerekir. Dolayısıyla, ABD’nin güç kaynaklarından beşincisi, ABD dış politika stratejileridir.

ABD Dış Politika Stratejileri

Dış Politika Stratejisini, devletlerin dış politikalarında kullandıkları uzun dönemli,Planlı ve kapsamlı yol ve yöntemlerin toplamı şeklinde tanımlamıştık. Buaçıdan baktığımızda ABD dış politika stratejileri tarihsel perspektifte üçe ayrılabilir:Birincisi, uluslararası ilişkilerde Yalnızcılık olarak bilinen stratejidir. Buna göreABD, dünyanın diğer bölgelerindeki, özellikle Avrupa’daki gelişmelerden zarargörmemek ve varlığını dış etkilerden uzak kalarak geliştirmek amacıyla kendiniuluslararası sistemden izole etmiştir. Yalnızcılık stratejisinin kaynağı olarak en çokMonroe Doktrini bilinmekle birlikte, ABD tarihinin hemen hemen tüm dönemlerindegündemde olmuştur. İkincisi, uluslar arası ilişkilerde güç dengesi olarak da tarif edilen stratejidir. Buna göre ABD, başka Avrupa olmak üzere dünyadaki güç dengelerini dikkatealarak bazen güç dengesi oluşturarak bazen güç dengelerini etkileyerek bazen de güç dengelerini değiştirerek dış politika amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu amaçla ittifaklar kurmuş, uluslar arası örgütlerin kuruluşuna ve işleyişine öncülük etmiş ve uluslararası sorunlara dahil olmuştur. Üçüncü strateji, ABD’nin dünyaya açılması ve yerleşmesi amacıyla geliştirdiği angajman (engagement) stratejisidir. Buna göre ABD, dünyanın birçok bölgesi ve ülkesiyle ekonomik, ticari,siyasi, askerî ve kültürel bağlantılar kurarak uluslararası sistemi şekillendirmiştir.

ABD’NİN KURULUŞU VE DÜNYAYA YAYILMASI

Sömürgeden Bağımsızlığına ve Olgunlaşmaya 1776-1789

Bugünkü ABD, 13 İngiliz sömürgesinin İngiliz Krallığından bağımsızlık kazanması ve daha sonra dadiğer Avrupalı devletlerin sömürgelerini ele geçirmesiyle genişleyerek ortaya çıkmıştır. 1492 yılında Christopher Columbus’un Avrupa’ya ve dünyaya tanıtı kıta,izleyen iki yüzyıl içinde beş Avrupalı devlet tarafından sömürgeleştirilmiştir.ABD’nin köklerinde, 15.yüzyılda İspanya ve Portekiz’in, 17.yüzyılda Hollanda,Fransa ve İngiltere’nin bu coğrafyayı sömürgeleştirmesi ve bu sömürgelerin 18.yüzyıldan itibaren bağımsızlıklarını kazanması yatmaktadır. İngilizlerin 1607 tarihindeVirginia’da kurmaya başladığı kolonilerin sayısı zaman içinde 13’e ulaşmıştır. Fransızların 1608’de Quebec’de başlayan sömürgeleşme süreci, batıya ve güneye doğru yayılmıştır. Hollandalıların 1628’de Manhattan’da başladıkları sömürgeleşme iseçok fazla yayılamamış ve kısa süre sonra İngiliz kolonilerine dahil olmuştur.

Avrupalılar kıtada ki yerli halkı asimile etmişler ve yerli halkın tüm yaşama imkanlarını yok etmeye başlamışlardır. Aztekler, Mayalar, İnkalar Avrupalıların baskın ekonomik ve kültürel yönetimine dayanamamışlardır. Diğer yandan tarım ve sanayide çalıştırılmak üzere Latin Amerika ve Afrika’dan köleler getirilmiştir.

Amerika’da koloniler arasında en çok gelişmiş olan İngiliz kolonileridir. Daha çok nüfusa sahip olması ve diğer kolonilere göre daha özgür olması Avrupa’dan göç almasına neden olmuştur. Bunun sonucunda İngiliz kolonileri İngiliz kraliyet yönetimine karşı daha da güçlenmiş ve kendi kendini yönetmek için ekonomik ve askeri imkanlar elde etmiştir.

İngiliz kolonilerinin gelişmesinde 7 yıl savaşlarının da etkisi büyüktür. Fransa ve İngiltere arasında yaşanan 7 yıl savaşlarından İngiltere mağlup çıkınca kolonilere ek vergiler yüklemiştir. Kral III. George’un koyduğu bu ek vergileri ‘temsil olmadan vergilendirme olmaz’ şeklinde itiraz eden 13 koloni 1776’da Thomas Jefferson’ın kaleminden ç›kan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan bağımsızlık savaşı başlamıştır.

Bu savaş sadece ekonomi kaynaklı değildi, aynı zamanda İngiltere’nin Fransızkolonilerini işgal etmiş olması nedeniyle bu iki Avrupa devleti arasındaki dengemücadelesini yansıtan uluslararası bir sorundu. İngiltere ile Fransa arasında Avrupa’dayaşanan güç mücadelesi, Amerikan bağımsızlık sürecine yansıtmıştır. Fransave diğer Avrupalı devletler (İspanya ve Hollanda), İngiltere’ye karşı rövanşı kazanmakve Amerika’da kaybettikleri sömürge topraklarını geri almak amacıyla Amerikankolonilerin İngiltere’den bağımsızlığına açık destek verdiler. Özellikle Fransa’nın, İngiltere’yi güçsüz düşürmek amacıyla verdiği destek, bağımsızlığın kazanılmasında çok büyük bir rol oynamıştır. Amerikan bağımsızlıksavaşı önderlerinden olan Benjamin Franklin, Paris’e gidip açıkça destek istemişiki taraf arasında imzalanan 1778 ticaret ve güvenlik anlaşması çerçevesinde Fransa’danAmerika’ya büyük yardım gitmiştir. Fransa, kolonilere sadece silah, cephane,para, gıda yardımı değil siyasi-diplomatik destek de vermiştir. Kolonilerinaskerî malzemelerinin yüzde 90’ı Fransa’dan gelmiş, Fransız donanması İngiliz donanmasını abluka altına alarak gücünü kırmış, en nihayetinde 1783 Paris Antlaşması ile savaşın sona ermesinde ve kolonilerin İngilizlerden bağımsızlığı resmen kazanmasında başrol oynamıştır. Fransa böylece bir yandan İngiltere’yi Amerika’da mağlup ederken diğer yandan da Amerikan özgürlük ve bağımsızlığının savunucusu olmuştur. Fransa’nın dış politikadaki bu bağımsızlık-özgürlük ideali, en nihayetinde kendi içine de yansımış ve 1789 Fransız İhtilali’ne ilham kaynağı olmuştur.1789 yılı, Avrupa’da Fransız İhtilali’nin başlattığı ulus-devlet modelini temsil ederkenAmerika kıtasında da ABD adında Yeni Ulus’un ortaya çıkış tarihidir.

Koloniler, bağımsızlık sürecinde İngiltere ile savaşırken aynı zamanda kendi içdüzenlerini kurmaya çalışmışlardır. Aslında, kolonilerin kendi siyasal kimliklerinitanımlama süreci ile bağımsızlık kazanma süreci arasında sıkı bir ilişki vardır. Koloniler, bağımsızlık ilanı yaptıkları dönemde kendilerini İngiltere’den ve hatta tüm

Avrupa’dan farklı görmeye başlamışlar, bağımsız bir siyasi aktör olma noktasınagelmişlerdi. Yeni Ulus olarak tanımlanan bu devletin, farklı etnik, kültürel ve sosyalözelliklere sahip olan kolonileri bir arada tutacak bir modele ihtiyacı vardı. Bumodelin omurgası, İngiliz filozof John Lock’un liberal/özgürlük felsefesinin ürünüolan Bağımsızlık Bildirgesi’nde yer almıştır. Bu modelin oluşumu için yazılı bir metin ya da anlaşma gerekiyordu ki, bunun ilk adımı 1778’de hazırlanıp 1781’de yürürlüğe giren Konfederasyon Maddeleri (Articles of Confederation)dir. Ancak bu belgenin, kolonileri bir arada tutacak kadar güçlü olmadığı, zayıf bir birlik oluşturduğu ve birliğin dağılmasına yol açabileceği endişesiyle 1787’de yeni bir anayasa hazırlandı. Kolonileri temsilen George Washington, John Adams ve Thomas Jefferson gibi öncü liderlerin de bulunduğu 55 temsilciden oluşan ve PhiladelphiaPennsylivania’da toplanan Anayasa Konvansiyonu, Amerika Birleşik Devletleri’ni kuran Federal Anayasa’yı kabul etti. Anayasa Konvansiyonu, aynı zamanda GeorgeWashington’u ilk Başkan ve John Adams’ı da ilk Başkan Yardımcısı olarak seçti.ABD Anayasası, onaylama süreci sonunda 1789’da resmen yürürlüğe girdi.

Dünya tarihinde ilk federal anayasa olarak kabul edilen ABD Anayasası, gerekiçeriği gerekse sonuçları itibarıyla uluslar arası sistemde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Bu anayasanın, farklı birimleri federal bir yapı içinde bir araya getirmesi,güçlü bir merkezî otorite oluşturması, özgürlük ile iş birliğini bir arada tutması, dünyada birçok ülkeye örneklik ve kılavuzluk etmiş olması nedeniyle çok özgündü. ABD’nin sömürgecilikten bağımsızlık kazanan ilk ülke olması yanında, farklı bir anayasal ve siyasal düzene sahip olması, dünya çapında dikkat çekmiştir. Federal özelliği yanında Anayasa’nın bir bölümü olan ve 1791 yılında Anayasa’ya ‘Değişiklikler’ şeklinde yerleştirilen Haklar Bildirgesi de (Bill of Rights), ABD’nin dünya politikasında öne çıkmasına büyük bir katkı yapmıştır. ABD kurucuları bu değerleri kendileri için bir ‘ayrıcalık’, diğerleri için bir ‘örnek’ olarak görmüşlerdir.

Amerika Kıtasında Yayılma ve İç Savaş 1790-1864

ABD’nin kuruluşundan başlayarak, özellikle 1789 Anayasası sonrasında ABD dış politikasında idealizm-realizm tartışmaları başladı. Yani ABD dış politikası kendi değerlerini dünyaya yaymak için mi (idealizm için mi), yoksa reelpolitik ç›karlarını geliştirmek için mi (realizm için mi) çalışmalıdır? Bununla ilgili olarak bir başka tartışma, ABD dış politikası, öncelikle Avrupa’ya ama aynı zamanda genel olarak uluslararası sisteme ne kadar müdahil olmalıdır? Uluslararası sistemden izole/ yalnızcı mı olmalı, yoksa katılımcı ve şekillendirici mi olmalı? ABD değerlerini ve çıkarlarını gerçekleştirmek için uluslararası sistemi etkilemeye ve şekillendirmeye mi çalışmalı, yoksa uluslararası sistemin sorunlarından uzak kalıp kendi bölgesine mi yoğunlaşmalıdır? İzleyen dönemlerde ABD dış politikası bu parametreler etrafında gelişmiştir. Amerikan Anayasası ile Fransız İhtilali’nin eş zamanlı olması, ABD ve Avrupa aydınlanmasının paralel geliştiğini ve birbiriyle etkileşim içinde olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, ABD’nin gerek iç politikası gerekse dış politikası Avrupa’daki gelişmelerle karşılıklı etkileşim içinde gelişmiştir. ABD dış politikası, bir yandan Avrupa’daki gelişmelerden etkilenirken eş zamanlı olarak Latin Amerika, Akdeniz ve Pasifik ülkeleriyle ticari ve ekonomik ilişkiler geliştirmiştir.

ABD, Fransız İhtilali sonrasında gelişen Napolyon Savaşları döneminde (1789-1814) İngiltere ile Fransa arasındaki savaşta siyasi ve askerî olarak tarafsızlık politikası izlerken (1793 tarafsızlık ilanı) aynı zamanda bu iki ülke ile ekonomik ilişkiler geliştirmiştir. Başkan Washington, Veda Konuşmasında, ABD’nin çıkarlarının ‘hiçbir ittifaka girmemek’, ‘Avrupa’nın savaşlarına dahil olmamak’ olduğunu belirtmişti. Washington’un bu tavsiyesi, onu izleyen başkanlar John Adams ve Thomas Jefferson döneminde büyük oranda dikkate alınmıştır. Napolyon Savaşları’nda tarafsızlık politikası izlemesi nedeniyle ‘dengeci’ ama savaş boyunca her iki ülkeyle de ileri düzeyde ticari ve ekonomik ilişkiler geliştirerek yüksek kâr etmesi nedeniyle ‘pragmatiktir’. ABD dış politikasının en belirgin özelliği olan bu yaklaşım sayesinde ABD’nin zenginliği hızla artmış; ABD iş adamları ve denizcilik sektörü büyük bir ilerleme kat etmiştir. ABD ticaret gemileri, savaşan taraşara sadece mal değil, aynı zamanda savaş malzemeleri taşıyarak büyük gelirler elde etmiştir.

ABD’nin ilk dört başkan (George Washington, John Adams, Thomas Jefferson ve James Madison) dönemine (1789-1817 yılları arasına) genel olarak baktığımız da, ABD’nin Avrupa’ya dönük izlediği dengeci ve pragmatik dış politikası sayesinde kendi içinde ‘birleşik devlet’ oluşturduğunu, dünya politikasında ise belirgin bir yer edinmeye başladığını görebiliriz.

İzleyen dönemde ise ABD belirgin bir şekilde yalnızcılık stratejisi izlemiştir. Başkan Monroe döneminden (1817-1825) Birinci Dünya Savaşına (1917’ye) kadar devam eden bu uzun dönemde ABD, Avrupa’daki çatışmalardan ve denge mücadelelerinden uzak kalarak, kendi kıtasında ve Avrupa dış bölgelerde genişlemiştir. Monroe Doktrini’nin esas amacı ABD’yi Avrupa’daki çatışmalara bulaştırmamak, diğer yandan Avrupalıların, Amerikalıların işlerine karışmamasını sağlamaktı. Bu dönemde Avrupa’da geçerli olan Avrupa Ahengi sisteminin (1815-1848) üyeleri, Avrupa’da istikrarı korumak amacıyla ülkelerin içişlerine müdahale edilmesiüzerine anlaşmıştır. ABD de bu tür bir müdahaleden kendini korumak istiyordu.

ABD, sadece kendi içişlerine değil, komşuları olan ülkelere müdahale edilmesinide istemiyordu. ABD bu strateji sayesinde hızla topraklarını genişletmiş, Latin Amerika’daki etkinliğini artırmıştır. 13 koloni tarafından kurulan ABD, bu dönemden itibaren aşamalı bir şekilde yayılarak bugünkü 51 eyaleti kapsayan topraklara hakim olmuştur. Bu genişlemenin yolları arasında işgal, ilhak, satın alma ve devir gibi yöntemler vardır.

ABD, Monroe Doktrini/Yalnızcılık sürecinde bir yandan topraklarını genişletirken diğer yandan da ekonomik ve ticari olarak güçlenmeye ve Latin Amerika’ya doğru yayılmaya başlamıştır. Amerika 1850’lerde Pasifik’ten Latin Amerika’ya Çin’den Hindistan’a Akdeniz’den Avrupa’ya kadar ticaret ağını genişletmiştir. Bu nedenledir ki ABD, ticaret yapan ulus/trading nation şeklinde tanımlanmıştır. Bu hızlı yayılma, ABD içinde büyük bir anlaşmazlığa (iç savaşa- 1861-1865) yol açmıştır. ABD’nin artan üretim gücü ve siyasi bağımsızlığı, Latin Amerika’danve Afrika’dan gelen köleler ve kölelik hakkında bir tartışma başlattı. Butartışmada Güneyliler, Güney ülkeleri ve özelikle Meksika ile köle ticaretinindevam etmesini isterken Kuzeyliler köleliliğin kaldırılmasını, köle ticaretinin veLatin Amerika’ya yayılmanın durdurulmasını savunmuştur. Başkan Lincoln’un(1861-1865) kölecilik ve Latin Amerika’ya yayılmacılık karşıtı (idealist ve özgürlükyanlısı) politikasına tepki gösteren Güneylilerin başlattığı birlikten ayrılmagirişimi, iç savaşa yol açmıştır. Dört y›l süren savaş sonunda 600.000 kişi ölmüş,bir milyondan fazla insan yaralanmış, daha da önemlisi, ABD parçalanmanın eşiğinden dönmüştür. Lincoln’un izlediği başarılı iç ve dış politika sonucunda birlik iç savaştan güçlenerek çıkmıştır. İç savaş sırasında İngiltere ve diğer Avrupalı devletler, (Kuzey) birlik kuvvetlerini değil Güney (Konfederal) kuvvetleri desteklemişler ancak Güneylilerin bağımsız olmasından ve ABD’nin bölünmesinden yana olmamışlardır. Bu tutumun üç önemli nedeni vardır: Birincisi, Avrupalı devletlerin kölelilik sisteminin kalkmasını istememeleri, ikincisi Güney’den pamuk ithalat etmeleri üçüncüsü, ABD’nin güçlenerek Avrupa’nın işlerine karışmasının önünü almak istemeleridir. ABD, Avrupalı devletlerin (İngiltere, Fransa, İspanya) iç savaş sırasında Meksika’ya müdahale etmelerini, Monroe Doktrini’ne aykırı bularak protesto etmiştir. Savaş sonunda hepsi de Meksika’dan çekilmiş, ABD’nin birliği sağlamlamıştır.İç savaşın birlik yanlısı Kuzeyliler tarafından kazanılması, genelde ABD’nin özelolarak da Lincoln’un gücünü artırmıştır. Zira iç savaş sonrasında hem ABD dahagüçlü bir devlet ve toplum hâline gelerek birliğini güçlendirmiş; hem de kölelik ve Güney Amerika ülkelerine yayılmaya karşıtı olan Lincoln’un itibarı artmıştır. ABD dünya çapında kölelik uygulamalarının kaldırılması yönünde bir çığır açmıştır.ABD’nin Avrupalılar karşısındaki gücü bir kez daha test edilmiştir. İç savaş sonrasında ABD’nin zenginliği artmış, sanayileşmesi gelişmiş, eşsiz bir ekonomik büyüme elde etmiş, tarım üretimi artmış, elektrik teknolojisi ve diğer teknolojik buluşlar yaşama standartlarını geliştirmiş, askerî kapasitesi, siyasal yapısı ve dış politikası belirgin bir şekilde ilerlemiştir. Bu başarıları nedeniyle Başkan Lincoln, Amerikan tarihindekurucu Başkan Washington kadar önemli bir yere sahip olmuştur.

Dünyaya Yayılma Süreci- Amerikan Emperyalizmi 1865-1914

Gunboat Diplomasi: Deniz ve kara kuvvetleri ile silah gücünü diplomatik baskı aracı olarak kullanarak dış politikada etkili olma taktiğidir. ABD’nin iç savaş sonrasında teknoloji, askeriye, ekonomi, siyaset ve dış politikaalanlarında elde ettiği gücün ilk yansıması, ABD’nin dünyanın uzak köşelerine doğru yayılması şeklinde ortaya çıktı. ABD’nin iç savaş sonrası yayılma sürecinin başlıca unsurları şunlardır: Daha fazla toprak kazanımları, dünyayla ticaretin genişlemesi,gunboat diplomasisi, deniz kuvvetlerinin okyanus ötesine açılması, bölgesel ve küresel etki alanları oluşturulması, Pasifik’te ve Orta Amerika’da işgal ve ilhaklaryapılması.İç savaş sonrası en büyük dış politika faaliyeti, toprak genişlemesiydi. ABD,1867’de Alaska ve Midway Island’ı, 1875’de Samoa’nın bir kısmını işgal etti. 1860’ların sonunda Dominik Cumhuriyeti’ni ele geçirmeye çalıştı ama başaramadı, Orta Amerika’da kanal yapımı için girişimlerde bulundu. Yine bu dönemde ABD, Latin Amerika’da çıkarlarını genişletmek için askerî müdahaleler ve silahlı çatışmalar yaptı. Her ne kadar Amerikan yayılmacılığı konusunda Amerikan iç politikasındamuhalişer ve farklı görüşler olsa da yayılmacılık durmadığı gibi daha da arttı. 1890 ABD-İspanya Savaşı ve sonuçları, ABD’yi Latin Amerika’da etkili güç hâline getirdi.Venezuella’da etkili olmak için İngiltere ile mücadele etti, Küba’da etkili olmak için İspanya’yı mağlup etti, Filipinler’de bir ayaklanmayı bastırmak için müdahil oldu, Çin’le ticaretini artırmak için açık kapıpolitikasıizledi ve Hawaii’yi ilhak etti

Bu dönemden Birinci Dünya Savaşı’na kadarki ABD yayılmacılığın arkasında Başkan Theodore Roosevelt (1901-1909) vardı. Onu izleyen Başkan Taft ve Wilson,Roosevelt kadar olmasa da yayılmacılığına devam ettiler. ABD’nin Orta Amerika ve Karayipler’deki etkisi o kadar ileri ve geniş idi ki Roosevelt ABD’nin bu bölgenin Jandarması olduğunu iddia etmiştir. Bu gelişme, Amerika içinde ve dışındaABD’nin emperyal bir devlet olup olmayacağı, emperyalist politika uygulayıp uygulamadığı konusunda tartışmalara yol açmıştır. ABD’nin aynen Avrupalı devletlergibi emperyalist yayılmacılık yapması eleştirilmiştir. Ancak bu tartışmalar,ABD yayılmacılığını sona erdirmemiştir. Zira ABD, bu dönemde kendi kıtasındakiülkelere daha çok kez asker göndermiş, Panama’nın bağımsızlığını desteklemişama ardından Panama Kanalı’nı inşa ederek etki alanı kurmuştur, Porto Rico veKüba’da deniz üsleri kurmuş ve Danimarka Virgin Adalarını satın almıştır. Meksika’yaçok büyük yatırımlar yaparak ülkeye derinlemesine nüfuz etmiş ve 1920 yılında Meksika darbesine adı karışmıştır. Meksika limanında ortaya çıkan bir olayın kontrolden çıkması üzerine Wilson Yönetimi 1914’te Meksika’ya asker göndermiştir.Bu sırada Meksika ile ortaya çıkan gerginlik üzerine ABD askerleri bir sene boyunca Meksika’da kalmıştır. ABD’nin Asya’ya genişlemesi daha az düzeyde değildi.Filipinler’de bir ayaklanmayı bastırdı, Rusya ve Japonya arasında 1905 yılındabarış anlaşmasına arabuluculuk etti, Çin ve Japonya ile ilişkilerini geliştirdi. Avrupa’ya gelince 19.yüzyıl boyunca düşmanlık ile dostluk arasında bir temasının olduğu İngiltere ile ilişkilerini bu dönemde önemli ölçüde geliştirdi.

DÜNYA DÜZENİ KURMA ÇABALARI

1914 yılına gelindiğinde ABD bir dünya gücü hâline gelmişti. ABD yayılmacılığı sadece askerî güce dayalı ve realist politika üzerinden değil, aynı zamanda ABD’ninsavunduğu kurumlar, değerler ve Yeni Ulus iddiası üzerinden gerçekleştirmiştir.

ABD’nin askerî ve ekonomik gücü ile savunduğu idealler/idealizm, ABD’nin dünyayayayılmasında başrol oynayan faktörlerdir. Bunun en tipik örneği, ABD’nin Latin

Amerika politikasında görülebilir. Zira ABD hem Latin Amerikalıları Avrupa’nın sömürgeciliğinden kurtaran koruyucu ‘özgürleştirici ülke’ imajı ortaya koymuş, hemde gerektiği durumlarda bu ülkelere askerî müdahale ve darbeler yapmaktan geri durmamıştır. Bu özellik, 20.yüzyılda diğer bölgelere ve özellikle Avrupa başta tümuluslar arası sisteme yansımış ya da yansıtılmaya çalışmıştır. Diğer bir ifadeyle, bu özelliklere sahip olan ABD dış politikası, dünya politikasının ve uluslararası sisteminşekillenmesinde daha büyük bir rol ve etki göstermiştir. Bunun somut örneklerive uygulamaları, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve sonrasında görüldü. Bu savaşlarakadar iç politikasını konslide etmiş olan ABD, bir yandan bu savaşların kazanılmasında başrol oynamış yani askerî, ekonomik ve siyasi gücünü kullanmış, diğer yandan da ABD’nin değerlerini kullanarak dünyaya şekil vermeye çalışmıştır. 

Birinci Dünya Savaşı ve Sonrasında İdeal Düzen Arayışı

ABD, Birinci Dünya Savaşı başladığında yalnızcılık stratejisi uygulamaya devamediyordu. Savaşın başında bu nedenle tarafsızlık ilan etti. Buna rağmen, aynen19.yüzyılda olduğu gibi savaşan devletlerle ticaret yapmaya devam etti. Hem müttefiklerle(İngiltere ve Fransa) hem de Almanya ile ekonomik ilişkilerine ara vermedi.Ancak ABD’nin tarafsızlığı gerçek bir tarafsızlık değildi çünkü ABD’nin müttefiklerleekonomik ve ticari ilişkileri hızla artarken (724 milyon dolardan 2.75 milyardolara) Almanya ile hızla düştü (325 milyon dolardan 2 milyar dolara). Burada önemli bir nokta da şudur: ABD’nin müttefiklerle ticaretinin önemli bir bölümü silah, cephane ve askerî araçtan oluşuyordu. Ayrıca, ABD’nin müttefiklere verdiği kredi miktarı2,3 milyar dolar iken Almanya’ya sadece 27 milyon dolardı.

Almanya bu duruma tepki gösterip ABD’den müttefiklere giden ticaret gemilerineabluka uygulamaya ve hatta zaman zaman da yolcu gemilerini batırmaya başladı. Bu olaylardan birinde, Lusitania adlı yolcu gemisinin batırılması sonucu 128

Amerikan vatandaşı ölünce Amerikan kamuoyunda güçlü bir Almanya karşıtlığı başladı. Ardından, Almanya 1917 yılında tarafsız ülkeler dahil tüm ülkelere ‘sınırsız denizaltı savaşı’ ilan edince Wilson Yönetimi 3 Şubat 1917’de Almanya’yla diplomatik ilişkilerini kesti. Ancak ABD’nin Almanya’ya savaş ilan etmesinde rol oynayanasıl gerekçe, Zimmermann Telegrafıdiye bilinen bir olaydı. Buna göre, Almanya’dan Meksika’ya yapılan bir öneride, iki ülkenin birlikte ABD’ye karşı savaşması ve savaş sonunda Meksika’nın ABD’ye kaybettiği toprakları geri alması teklif ediliyordu.Bu gelişmeler üzerine, Başkan Wilson (1913-1921) Kongre’de 2 Nisan 1917 tarihindeyaptığı konuşmada ABD’nin Almanya’ya savaş açması gereğinin nedenlerini şöyle açıkladı: Almanya, insanlığa karşı savaş açmıştır, insan yaşamı tehlike altındadır, demokrasinin gelişmesi için güvenli bir dünyaya ihtiyaç vardır. Wilson’ungörüşleri, Wilson ilkeleri olarak bilinen, ideal bir dünya düzeni kurulması için ortayaatığı idealleri yansıtıyordu. Kongre, Wilson Yönetiminin önerisini 4 Nisan’daaldığı kararla destekledi ve böylece ABD resmen savaşa girmiş oldu. Amerikan askerleri,

Avrupa’ya çıkarma yaparak İngiltere’ye destek verdi, Almanya’ya ve dolaylı olarak Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaştı. ABD’nin katkısı savaştaki dengeleri bir anda değiştirdi. ABD’nin Avrupa’ya gönderdiği iki milyona yakın asker, toplam müttefik orduların yüzde 20’sini oluşturuyordu. ABD’nin asker yanında verdiği silah, cephane, mali kaynak ve savaş malzemeleri savaşın kazanılmasında başrol oynamıştır.

Ancak ABD için savaşı kazanmaktan daha önemli hedef, savaş sonrasında barışı kurmaktı. Başkan Wilson, 8 Ocak 1918 tarihinde Kongre’de yaptığı konuşmada,ABD tarihinde ve hatta dünya tarihinde ilk defa görülen bir dizi ‘idealist’ öneriler ortaya attı Uluslararası ilişkiler disiplininin oluşumuna da kaynaklık eden 14maddeli Wilson İlkeleri’ni kısaca şu şekilde özetleyebiliriz:

14 Amerikan Dış Politikası

Wilson İlkeleri

1. Barış Antlaşmaları açık ve şeffaf biçimde yapılmalı, gizli antlaşmalar imzalanmamalıdır.

2. Karasuları dışındaki denizlerde dolaşım, savaşta ve barışta, özgür olmalıdır.

Uluslararası kararla, uluslararası antlaşmalara uyulmasını sağlamak için genel veya bölgesel ablukalar oluşturulabilir.

3. Uluslar arasındaki bütün ekonomik engeller kaldırılmalı ve serbest ticarete izinverilmelidir.

4. Uluslar, iç güvenliği sağlamaya yetecek miktarın dışında silahlanmamalıdır. Bunun sağlanması için garantiler verilmelidir.

5. Kolonileşme sona ermeli ve sömürge topraklarında uluslara kendi kaderini belirleme hakkı (self-determination) verilmelidir.

6. Rusya topraklarındaki yabancı birlikler ayrılmalı ve devletlerin de yardımı ile Rusya’ya kendi gelişmesini sağlamak için her türlü imkân verilmelidir.

7. Almanya, işgal ettiği Belçika topraklarını boşaltmalı ve Belçika’da savaş  önceki durum yeniden kurulmalıdır.

8. Almanya, işgal ettiği Fransa topraklarını boşaltmalı ve Prusya’nın 1871’de ilhak ettiği Alsace-Lorraine’i Fransa’ya geri vermelidir.

9. İtalya’nın sınırları ulusçuluk anlayışına göre yeniden düzenlenmelidir.

10. Avusturya-Macaristan İmparatorluğundan arda kalan ülkelere, halkların kendi kaderini belirleme hakkı verilmelidir.

11. Romanya, Sırbistan ve Karadağ toprakları boşaltılmalı ve Sırbistan’a denizeaçılma imkânı verilmelidir. Balkan devletlerinin sınırlar ulusçuluk prensibinegöre düzenlenmelidir.

12. Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı tanınmalı, fakat Türk olmayan halklara bağımsızlık verilmelidir. Çanakkale Boğazı sürekliolarak, bütün milletlerin ticaret gemilerine açık olmalı ve bu durum milletlerarası garanti altına alınmalıdır.

13. Bağımsı z bir Polonya kurulmalı ve Baltık Denizi’ne çıkış olmalıdır.

14. Büyük ve küçük, bütün devletlere siyasal bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini karşılıklı olarak garanti altına almak imkânını sağlamak amacıylauluslararası örgüt kurulmalıdır.

 

Wilson İlkeleri, devletlerarası savaşın önlenmesi ve barışın geliştirilmesi, 19.yüzyıldan ve Birinci Dünya Savaşı öncesinden farklı ve yeni bir dünya düzeninin kurulmasıiçin yapılması gereken bir dizi düzenlemeyi içerir. Bu düzenlemeleri iki gruba ayırmak mümkündür: Birinci grup, devlet içi/ulusal toplumların reform edilerek geliştirilmesi için öneriler içerir: self-determinasyon ilkesinin uygulanması,demokrasinin yayılması, piyasa ekonomisinin geliştirilmesi. İkinci grup, uluslar arası sistemin reform edilmesi için gerekli düzenlemeleri içerir. Bu kapsamda en önemli unsurlar şunlardır: Dünya genelinde uluslararası bir örgütün kurulması, savaşların önlenmesi için müşterek güvenlik sisteminin uygulanması, uluslar arası ticaretin geliştirilmesi, gizli diplomasinin önlenmesi.

Wilson sadece Avrupalıları değil, ülkesindeki Kongre’yi de tam olarak ikna edemedi.

Kongre, 1921 yılında Paris Anlaşmalarını onayladı ancak Milletler Cemiyeti Misakını ve ABD’nin bu örgüte üyeliğini onaylamadı. Kongre’nin Wilson’un projesini reddetmesinin nedenleri; kısmen Senato’daki Cumhuriyetçilerin Demokrat Wilson’u ödüllendirmek istememesi, kısmen de ABD’nin Avrupa’da böylesi ‘ütopik’ bir düzenin kuruluşunda sorumluluk almasının, Amerikan çıkarlarına uygun bulunmamasıdır.Dolayısıyla Kongre, ABD’nin tekrar yalnızcılık stratejisine geri dönmesini sağladı.Buna rağmen ABD’nin Avrupa’dan tamamen çekildiği söylenemez. ABD, iki savaş arasıdönemde (1919-1939), Avrupalılarla ittifaka girmeden Avrupa’daki gelişmelerleilgilenmeye devam etti, Wilson’un belirttiği gibi idealist ve MC içinde olmasada Avrupa’da meydana gelen olaylara dahil oldu. Bunlardan en önemlisi, Sovyetler Birliği ve komünizme karşı verdiği mücadeledir. ABD, Rusya’da Bolşeviklerin/komünizmin başarılı olmasını engellemek için askerî mücadele yapmıştır.Rusya’ya asker göndererek Bolşevikleri iktidardan düşürmeye çalışmıştır. Bu dönemdeABD’nin kendi içindeki Red Scare olayında çok sayıda kişi komünist olduğu gerekçesiyle sürgün edildi. Diğer yandan ABD, bu dönemdeki silahsızlanmaanlaşmalarına öncülük etti veya içinde bulundu. Silahsızlanmayı ve savaşın yasaklanmasını düzenleyen 1928 Kellog-Brain Paktı’nın kurucularından biriydi.

İki savaş arası dönemde ABD’nin sanayi üretimi, dünya toplamının yüzde 50’sinioluşturuyordu, dünyayla ticareti iki mislinden daha fazla arttı, verdiği dış yardımlar tırmandı, dış ticareti Avrupa’yla iki kat, Latin Amerika’yla üç kat arttı. Küba,Guatemala, Honduras, Meksika, Panama, Venezuella üzerindeki nüfuzunu artırırkenDominik Cumhuriyeti, Nikaragua ve Haiti işgalleri devam etti.

ABD’nin bu üstünlüğü, 1929 Büyük Ekonomik Buhran› sonrasında büyükbir darbe aldı. ABD içinde üretimin azalması, işsizliğin artması ve dünya ile ticaretinindüşmesi, dünya ekonomisini ve siyasetini de olumsuz etkiledi. ABD kaynaklı dünya krizi, uluslararası sistemi öyle sarstı ki Avrupa’da ortaya çıkan Faşizm veNazizm’in oluşumunda dünya ekonomik krizinin büyük bir payı vardır. ABD’de1933’te yönetime gelen F.D.Roosevelt, Yeni Düzen (New Deal) politikaları ile krizinaşılmasında önemli bir rol oynadı.Roosevelt, Sovyetler Birliği’ni tanıdı, Latin Amerika ve Karayipler ile iyi komşuluk politikası izledi. ABD’nin bu barışçı politikaları, Avrupa’daki sorunlara dönükolarak da uygulandı. Ancak bu politika, İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasına engel olamadı. Bazı görüşler, İkinci Dünya Savaşı’nın en önemli nedeni olarak ABD’nin MC’ye üye olmaması ve Avrupa’dan çekilmesi olarak gösterir. ABD İtalya, Almanya ve Japonya’nın iki savaş arası dönemdeki saldırgan politikalarına karşı çıkmadığı gibi, İngiltere gibi yatıştırıcı  (appeasement) politika izleyerek bu tür saldırılara göz yumdu. ABD Yönetimi, bu saldırılara karşı tarafsızlık ilan ederken ikinci Dünya Savaşı çoktan başlamıştı.  ABD, İkinci Dünya Savaşı’nda Birinci Dünya Savaşı’ndakine benzer bir dış politika performansı sergiledi. Savaş başladığında tarafsızlık ilan ederken savaşa girmekdışında İngiltere’ye her türlü yardımıverdi. Alman deniz gücüne karşıİngiltereile deniz iş birliği yaptı. Roosevelt, Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu (Land and Lease Act) çerçevesinde İngiltere ve müttefiklere yüksek miktarda silah ve para yardımı yaptı. Roosevelt’in, Mart 1941’de söylediği “ABD, demokrasinin en büyük silah deposudur”. sözü, İngiltere’ye yaptığı yardımın nedenini açıklıyordu. Bu açıklama ABD’nin aslında savaşa girme konusunda eğilimli olduğunu da göstermekteydi.Roosevelt, savaşın başından itibaren İngiltere Başbakanı Churchill ile görüşmeye başlamış, mihver devletlere karşı savaşı stratejisinin belirlenmesi ve savaşısonrasında yeni bir uluslararası düzenin kurulması için Atlantik Charter(1942) hazırlamıştı. Bu ve diğer belgeler, Wilson İlkelerinde olduğu gibi, savaş sonrası yeni bir düzenin kurulması için öneriler ortaya koymuştur.

Ancak ABD’nin İkinci Dünya Savaş’ına girme gerekçesi bu değil, Pasifik’te Japonya ile yaşadığı gerginliğin askerî çatışmaya dönüşmesiydi. ABD, en başından itibaren Japonya’nın yaptığı işgallere sert tepki göstermiş, Japonya ile ticari ilişkilerini askıya almıştı. ABD’nin Japonya’ya yaptığı uçak yakıtı ve hurda demir satışını ve verdiği fonları durdurunca Japonya’nın savaş operasyonları büyük bir darbeyemişti. Buna tepki gösteren Japonya, 7 Aralık 1941 tarihinde ABD’nin Pasifik’teki Hawaii Adasında bulunan Pearl Harbor deniz üssüne büyük bir saldırı düzenledi.Ertesi gün, ABD Kongresi Japonya’ya savaşı ilan etti ve resmen savaşınaktörü hâline geldi. Hemen ardından Hitler, ABD’ye savaş ilan etti. Bunun üzerine,dünya tarihinin en önemli ve ilginç ittifaklarından biri doğdu: ABD, SovyetlerBirliği ve İngiltere arasındaki Büyük İttifak. ABD ve Sovyetler Birliği gibi zıt ideolojileren sahip iki büyük devlet, ortak düşmana karşı iş birliği yaptı. Bu iş birliğiçerçevesinde ABD’nin silah ve ekonomik yardımı zordaki bu iki ülkeye gönderildi.ABD orduları, Avrupa, Afrika, Asya, Pasifik ve Atlantik’te Almanya ve Japonya’ya karşı savaşarak bu ülkelerin mağlup edilmesinde başrol oynadı. İngiltere veAlmanya’nın işgali sonrasında müttefiklerin safına geçen Sovyetler Birliği, savaş boyunca ABD’den büyük yardım almıştır. Bu üç ülke, sadece sıcak savaşa katılmaklakalmamış, savaş boyunca dünya tarihinde ilk defa görülen bir dizi konferanslardabir araya gelmişlerdir. Roosevelt, Stalin ve Churchill, zirve konferanslarında müttefiklerin savaş stratejisi yanında savaş sonrası kurulacak yenidünya düzeninön çalışmalarını yapmışlardı.

Soğuk Savaş Dönemi: Sovyetlerle/Komünizmle Mücadele,Dünyaya Genişleme

İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD, yalnızcılık stratejisini terk ederek baştaAvrupa olmak üzere tüm dünyada Liberal Uluslararası (Ekonomik) düzen oluşturmakiçin kapsamlı bir angajman stratejisi uyguladı Truman Yönetiminin başlattığı

ABD dış politikasını üç başlıkta analiz edebiliriz. Birincisi, yeni düzenin kurulması için uluslararası örgütler, kurumlar ve kuralların oluşumuydu. Bu çerçevede Nisan-Ağustos 1945’te Birleşmiş Milletler örgütü San Francisco Konferansı’ndakuruldu ve New York’ta kurumsallaştı. İlave olarak, ABD, 1944 yılında oluşanBretton Woods sistemiyle uluslararasıekonomik düzenin temel kurumları olan IMF, Dünya Bankası ve GATT örgütlerinin kuruluşunda başrol oynadı.Bu örgütler ve kurumlar, dünya çapında siyasi, ekonomik, kültürel ve diğer birçokkonuda iş birliği yapılmasıiçin kurulmuş olsa da beklendiği kadar başarılı veetkili olmadı. Zira Sovyetler Birliği ve ona destek veren sosyalist-komünist ülkeler,ABD’nin kurduğu liberal örgütlere destek vermedi. Sovyetler Birliği ve onu destekleyenülkeler, ABD’nin kurduğu düzene destek vermediği gibi, örneğin BM GüvenlikKonseyi’nde uluslararası güvenlik konusunda alınması gereken pek çok tasarıyı veto ederek örgütün çalışmasını engelledi. Bunun anlamı soğuk savaş mücadeleidi.Bu mücadelenin önemli bir boyutu, ABD’nin Sovyetler Birliği’ni ÇevrelemePolitikasıdır. Truman Yönetimi dış politikasının ikinci boyut olan Çevreleme Politikası,ABD’nin Sovyetler Birliği’nin yayılmasını önlemek amacıyla aldığı bir dizitedbirlerden oluşur. ABD bu amaçla Avrupa’dan Orta Doğu’ya, Orta Asya’danUzak Doğu’ya ve Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar dünyanın hemen her yerindebir dizi askerî, ekonomik, örgütsel, ideolojik, sosyal, psikolojik, kültürel ve hatta illegal(darbeler ve gizli silah satışları gibi) uygulamalara imza attı. Bu çerçevedeABD, Batı Avrupa’nın ekonomik ve askerî örgütlenmesine destek verdi. NATO’nunkurulmasına ve gelişmesine öncülük etti. Truman Doktrini ve Marshall Yardımıgibi askerî ve ekonomik yardım programları yürüttü. Orta Doğu’da İsrail Devletininkurulmasını sağladı. Bağdat Paktı ve CENTO örgütlerinin kuruluşuna öncülüketti. Başta Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır ve İsrail gibi ülkeler olmak üzere bölgeülkelerine askerî destek verdi. Güney Asya’da SEATO’nun kurulmasını sağladı. Uzak Doğu’da Japonya ve Tayvan gibi ülkelerle ikili ittifak antlaşmaları imzaladı.

ABD, çevrelemeyi güçlendirmek amacıyla müttefiklere silah, cephane, radar, füze,savaş uçağı, savaş gemisi yerleştirmiş, bu ülkelerde ve bölgelerde Sovyet etkisiniengellemek için siyasal ve askerî önlemler almıştır. Askerî-Sanayi Kompleks teorisine göre, bu satışlar sadece askerî ve güvenlik amaçlı değil, ABD’nin askerîüretim sanayisini ve ekonomik çıkarlarını geliştirmek içindir.Truman Yönetiminden itibaren ABD’nin dış politikasının üçüncü boyutu,ABD’nin bu düzeni korumak için yaptığı gizli ve açık çok farklı nitelikteki operasyonlardır. Bu operasyonların bir kısmı, barış zamanında normal şartlar altındaki faaliyetleri,diğer kısmı da kriz, çatışma ve savaş gibi anormal dönemlerdeki faaliyetleriiçerir. Normal dönemlerdeki operasyonlar, müttefik ülkelerin savunmalarınıngüçlendirilmesi için askerî malzeme transferleri yapılması, ekonomik sorunların çözümü için dış yardım ve kredi verilmesi, iş birliğinin devamı için siyasi ve diplomatikkanalların güçlendirilmesi, Amerikan sempatizanlığının artması için kültürel, ideolojik, sanatsal, medyatik vb. propaganda ya da kamu diplomasisi uygulanmasıdır. Barış dışı/anormal zamanlarda ise Amerikan silahlı kuvvetlerinin operasyonları,askerî darbelerle hükümet veya rejim değişikliği, iç işlerine müdahale, diğergizli faaliyetler ve operasyonlardır.

ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki soğuk savaşın ilk ciddi dönemi, EisenhowerYönetiminin iktidarda olduğu 1950’lı yıllardır. Başkan Eisenhower ve Dışişleri BakanıYardımcısı Dulles, NATO’yu güçlendirmek için Sovyetlere karşı TopyekünKarşılık stratejisini kabul etti. Çin’in BM’ye üyeliğini engelledi. Güney Kore’nindesteklenmesi için BM askerî operasyonuna öncülük etti. Her ne kadar Sovyet lideriKrushcev ile diyalog kurulsa da olumlu bir sonuç alınamadı. EisenhowerDoktrini, gerektiği durumlarda Sovyetler Birliği’ne karşı Orta Doğu’da devletleriniç işlerine müdahale edilebileceğini ilan etti. Sovyetler Birliği ile nükleer yarış İran’da Başbakan Musaddı karşı CIA aracılığıyla darbe örgütlemesi gibi birçok olaya imza attı.

ABD’nin Sovyetlerle soğuk savaşı 1950’lerden itibaren Avrupa dışı bölgelereyayılmıştır. Bu yayılmanın sonucunda ABD’ye ve tabii ki Sovyetler Birliği’ne karşı tepkiler oluşmaya başladı. Anti-Amerikancılık gelişti. Bunun başlangıcı Afrika, Asyave Latin Amerika ülkelerinin oluşturduğu Üçüncü Dünya/Bağlantısızlar Hareketiolsa da anti-Amerikancılık 1960’larda Avrupa ülkelerinde de yayıldı. ÖzellikleFransa’da başlayan ABD karşıtı ve Sovyet yanlısı meşhur 68 Hareketi, Türkiyedahil tüm Avrupa’da gelişti.

ABD ile Sovyetler Birliği arasında giderek artansilahlanma yarışıdır. ABD ve Sovyetler, birbirine karşı üstünlük kurmak için konvansiyonel ve nükleer silahlar ile kıtalararası füzelerinin sayısını artırdı. Özelliklenükleer silahlar ve füzeler yarışı, dünyayı büyük bir riske atmıştır. Bunun ilk ve enbüyük örneği, 1962 Küba Krizi’nde yaşandı. ABD, Sovyetler Birliği’nin Küba’yanükleer başlıklı füzeler yerleştirmesini önlemek için, aynen 19.yüzyılda yalnızcılıkstratejisi döneminde Avrupa’nın bölgeye müdahalesini önlemek amacıyla yaptığı ablukada olduğu gibi, Sovyetler ile nükleer savaşın eşiğine geldi. Bu kriz, taraşarın geri adım atması ve Türkiye’deki füzelerin kaldırılmasını da içeren bir anlaşmaile sona erdirildi. Böylesi bir durumun tekrarını önlemek için ABD ve SovyetlerBirliği arasında detant (yumuşama) dönemi başladı. Bu amaçla iki ülke arasında‘kırmızı hat’ diye bilinen iki başkanın doğrudan telefonda görüşmesini sağlayan birdiyalog sistemi kuruldu. Ardından, Sovyetler Birliği ile birlikte bir dizi silahsızlanmaveya silahların azaltılması anlaşmasına imza attı. Bunlardan en önemlileri; NPT(Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması-1968) ve SALT I ve II (StratejikArms Limitation Treaty Talks-1969-1972, 1977-1979)’dır.

Diğer yandan, ABD’nin Çin ile de soğuk savaşı yaşadığını belirtelim. Bunun enbariz örneği, ABD’nin Vietnam Savaşı’dır. ABD, Çin’in desteklediği komünist KuzeyVietnam’ın ABD’nin desteklediği Güney Vietnam’ı ilhakını önlemek için Vietnam’a asker gönderdi. Başkan Kennedy’nin başlattığı asker gönderme süreci, onunöldürülmesinden sonra gelen Başkan Johnson döneminde savaşla sonuçlandı.1964’teki tartışmalı Tonkin Körfezi Olayı’nda, Kuzey Vietnam’dan ABD gemilerine yapılan saldırı sonrasında, ABD Güney Vietnam’ı savunmak için savaşa başladı.Ancak bu savaş Kuzey Vietnam’dan daha çok onu destekleyen Çin’le yapılmıştır.1960’ların sonuna gelindiğinde ABD’nin Vietnam’da savaşan asker sayısı 500.000’eulaşmıştı. Buna rağmen ABD Vietnam’da istediği başarıyı elde edemedi, çünkü yaklaşık 60.000 Amerikan askerî ölmüş, daha fazlası yaralanmış, yüksek miktarda ekonomik kayıp vermiş ama ABD Vietnam’da olumlu bir sonuç alamamıştı.Vietnam Savaşı hem dünyada hem de kendi içinde büyük bir tepki doğurdu.Tüm dünyada ama özellikle Fransa ve Türkiye gibi ABD müttefiki olan ülkelerdeemperyalizm yaptığı gerekçesiyle ABD eleştirildi. ABD karşıtlığına paralel olarakSovyetlere ve komünist partilere sempati artmaya başladı. Daha da önemlisi,ABD’nin kendi toplumunda Vietnam Savaşı karşıtı bir kamuoyu gelişti. ABD kamuoyu, Vietnam Savaşı’nın nedenlerini sorguladı, ABD’nin de emperyalizm yapmasını uygun bulmadı, Amerikan değerlerinin feda edildiğini ileri sürdü ve amaçsız bir savaş olarak gördü. Tüm sorgulamalar ve eleştiriler, ABD içinde VietnamSendromu olarak bilinen iç hesaplaşma, ayaklanma, protesto gösterileri ve hattaiçe kapanma süreci başlattı.

ABD, Vietnam’dan çekilmek zorunda kaldı, ama yaralarını uzun bir süre çözemedi.ABD, bu savaştan büyük bir ekonomik zarar gördü, mali-ekonomik düşüş yaşadı. ABD bu krizi yaşarken patlak veren 1973-1974 Petrol Krizi, ABD ekonomisine ilave yük getirdi. Petrol İhraç eden Ülkeler Teşkilatı’nın (OPEC-Organisationfor Petroleum Exporting Countries), 1973 Arap-İsrail Savaşı’nda İsrail’e destek verenABD ve diğer ülkelere karşı petrol ambargosu uygulaması ve fiyatların dörtmisli artırması, diğer Batılı ülkeler ve ABD üretiminin girdi maliyetlerini artırdı.OPEC’in ‘petrol silahı’, ABD’nin savaşı bir an önce bitirmesi için İsrail üzerindebaskı yapmasını sağlarken diğer yandan da petrol üreten ülkelerle diyalogunu artırdı. 1974 döneminde başlayan ABD-Arap ekonomi ve siyasi diyalogu, izleyen yıllardapetrol üreten Arap ülkeleri ile ABD arasındaki ticareti hızla geliştirdi. Bununsonucunda, Arap ülkeleri, petrolü yüksek fiyatlara yüksek miktarlarda satarak kazandıkları petrol-dolarlar ile ABD ürünlerini daha fazla satın almaya başladılar. Busüreç ilerleyen yıllarda ABD dış politikasını da yakından ilgilendiren uluslar arası ekonomi-politik düzende yeni oluşumlara yol açtı. Ancak 1973-1974 yılları itibarıyla

ABD’nin karşılaştığı Vietnam Sendromu ve Petrol Krizi, ABD dış politikasında‘Yalnızcılık’ ve ‘içe kapanma’ belirtileri doğurmuştur. ABD’nin dünyadaki ekonomiküstünlüğü ya da hegemonyası ciddi bir darbe yemiştir. 1944 yılında ABD’ninkurduğu Bretton Woods sistemi çökmüş, ABD doları güç kaybetmiştir. Bunun üzerine,ABD dünya ekonomisindeki hegemonyasını G-7 Grubu ülkeleriyle (İngiltere,

Fransa, Almanya, Japonya, İtalya, Kanada) paylaşmak zorunda kaldı. Tüm bugelişmeler, ‘Amerikan yüzyılının sonu’ ya da ‘Amerikan’ın düşüşü’ gibi konuları işleyeneserlerin yazılmasına yol açtı. 

Vietnam mağlubu Başkan Johnson’dan sonra Cumhuriyetçi Başkan Nixon iktidarageldi. Vietnam mağlubiyeti sonrasında Nixon Doktrini olarak da bilinen

ABD stratejinin üç önemli ayağı vardı: Birincisi, Nixon’un yaptığı ilk iş olan, Vietnam’dan çekilmektir. İkincisi, Çin’le yakınlaşma ve ilişkileri geliştirmektir. Üçüncüsü,Sovyetler Birliği ile detanta tekrar dönmektir. Başkan Nixon, ABD’yi Vietnam’danaşamalı olarak ç›karsa da, Güney Vietnam’ı askerî ve ekonomik olarakdesteklemeye devam etti. Nixon aynı zamanda Sovyetler Birliği ile ilişkileri güçlendirmeye

Çalıştı, bu bağlamda 1972, 1973 ve 1974 yıllarında Sovyet lideri Brezhnev ile Moskova ve Washington’da zirve toplantıları yaptı. Bu zirvelerde SALT (StratejikSilahların Sınırlandırması Antlaşması) ve ABM (Anti-Balistic Füzeler Antlaşması)anlaşmalarını imzalandı. 

Nixon’un Watergate Skandalısonucunda istifa etmek zorunda kalması ve ardılı olan Gerald Ford’un kısa süren yönetimi sonrasında, ABD’nin dış politikasındayeni bir açılım başladı. 1977’de iktidara gelen Jimmy Carter (1977-1981), kısmen yakın geçmişin etkisi altında kalarak kısmen de kendi düşüncesiyle ABD’nin dış politikasında insan haklarını ve Wilson İdealizmi’ni öne çıkarmaya çalıştı Sovyetler Birliği’nin Aralık 1979’da Afganistan’ı işgal etmesi, Carter Yönetiminive bölgedeki müttefiklerini daha da sıkıştırdı. İkinci petrol krizi yaşandı. İran veSovyetler Birliği merkezli gelişmeler, Carter Yönetimini yeni bir dış politika üretmeyeitti. Carter Yönetimi, idealizmi terk ederek savunma harcamalarını hızla artırdı ve savaşçı bir politika izlemeye başladı. Carter Doktrini, Basra Körfezi’ninABD’nin hayati çıkarı olduğunu, buraya gelecek tehdide karşı her türlü karşılığı  vereceğini ilan etti. Bu gelişmeler, ABD ile Sovyetler Birliği arasında ‘ikinci’ soğuksavaşı başlatmış ve Çevreleme Politikasını hızlandırmıştır.

İkinci Soğuk Savaş ve Çevreleme Politikası, Carter değil ardılı olan Başkan Reagantarafından uygulamaya konuldu. 1981’de iktidara gelen ve eski bir film sanatçısı olan Ronald Reagan, ABD’nin dış politikasını daha ‘renkli’ ve aktif hâle getirdihem ekonomik hem de askerî alanda daha yayılmacı yaptı. Cumhuriyetçi Reagan,

Nixon döneminde küçük çapta belirmeye başlayan yalnızcılık eğilimini tamamenyok ederek ileri düzeyde angajmanlarla dünyaya açıldı. Reagan, ABD’nin uluslar arası askerî faaliyetlerini artırdı, savunma harcamalarını rekor düzeye yükseltti.

Reagan dönemi dış politikasının önemi, Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun çöküşündeoynadığı roldür. Reagan’ın atak dış politikası, Sovyetler Birliği’ni daha çoksıkıştırmış, bu sıkştırma Sovyetlerin geri adım atmasını ve en nihayetinde çöküşünühızlandırmıştır. Sovyetler Birliği’ni ve Doğu Bloku’nu elbette Reagan ve ABD yıkmadı ancak ABD’nin atak dış politikası Sovyetlerin soğuk savaş mücadelesinde geri kalmasını sağladı. Soğuk savaşın Reagan döneminde bitmesinin üç temel nedeni vardır.

Birincisi, Reagan Yönetiminin ileri düzeyde silahlanması, Sovyetler tarafından karşılanamamıştır. Sovyetler bu yarışın gerisine düşmüştür. İkincisi, Sovyetlerin, özellikle Afganistanişgalinde başarılı olamaması, askerî ve ekonomik çöküşünü hızlandırmştır.

Üçüncüsü, içyapısında yaşadığı krizler, Sovyetler Birliği’ni güçsüz hâle getirmiştir.

Ekonomik, tarımsal, sanayi, ticari, mali sorunları yanında 1982-1985 döneminde üçSovyet Komünist Partisi başkanının ölmesi, ciddi bir liderlik krizi doğurmuştur.

ABD’nin Dünyadaki Askerî Varlığı

Askerî Tesisler

• Bulgaristan: Bulgar-Amerikan Ortak Askerî Tesisleri: Aitos Lojistik Merkezi, NovoSelo Range

• Almanya

• Irak

• İsrail: Dimona Radar Tesisi, Negev

• İtalya: Aviano Hava Üssü, Caserma Ederle (Vicenza), Camp Darby (Pisa-Livorno),

Sigonealla Deniz Hava İstasyonu

• Japonya: Camp Zama (Tokyo), Torii İstasyonu (Okinawa), Fort Buckner (Okinawa)

• Kuveyt

• Kosova

• Güney Kore

Deniz Kuvvetleri (Marines)

• Afganistan: Camp Dwyer, Camp Leatherneck, Camp Rhino, FOB Delhi, FOB Delaram,

FOB Fiddler’s Green, FOB Geronimo, PB Jaker

• Almanya: Camp Panze Kaserne, Böblingen

• Japonya: Marine Corps Base Camp Smedley D.Butler (Okinawa): Camp Courtney,

Camp Foster, Camp Gonsalves (Jungle Warfare Training Center), Camp

Hansen, Camp Kinser, Camp Lester, Camp McTureous, Camp Schwab; Futenma

Hava istasyonu (Okinawa), Iwakuni Hava İstasyonu (Yamaguchi Perfecture)

ABD Donanmas›

• Afganistan: Bagram Hava sahas›, Shindand Hava üssü, Kandahar Uluslararas›

Havaalan›

• Bulgaristan: Bezmer Hava Üssü, Graf Ignatievo Hava Üssü,

• Almanya: Ansbach, NATO Hava Üssü (Geilenkirchen),

• Greenland: Thule Hava Üssü

• Guam: Andersen Hava Kuvvetleri Üssü

• İtalya: Aviano Hava Üssü, Sigonella Dononma Hava İstasyonu

• Japonya: Kadena Hava Üssü (Okinawa), Misawa Hava Üssü (Aomori), Yokota

Hava Üssü (Tokyo)

• Katar: Al Udeid Hava Üssü

• Singapur: Paya Lebsr Hava Üssü

• Güney Kore: Kunsan Hava Üssü, Osan Hava Üssü

• Kırgızistan: Manas Transit Merkezi

• Hollanda: Brunssum Ortak Kuvvetler Komutanlığı

• Portekiz: Lajes Field (Azores)

• İspanya: Moron Hava Üssü (Endülüs), Moron de la Frontera (Endülüs)

• Türkiye: İncirlik Hava Üssü

• İngiltere: RAF Lakenheath (Brandon, Suffolk), RAF Menwith Hill (Yorkshire Dales),

RAF Mildenhall (Mildenhall), RAF Croughton (Upper Heyford), RAF Alconbury

(Cambridgeshire)

ABD, Yeni Dünya düzeninin ekonomik boyutunu güçlendirmek için çok taraşı kuruluşların doğuşuna öncülük etmiştir. ABD, Kanada ve Meksika arasında serbest ticareti artırmak için NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması)ve Asya ve Pasifikteki ülkelerle iş birliğini geliştirmek için APEC (Asya Pasifik Ekonomik işbirliği) kurulmuştur. Ancak bu anlaşmalar, ABD’nin özellikle Çinve Japonya ile ekonomik ve ticari ilişkilerindeki sorunlarını çözmesine yetmemiştir. ABD bu ülkelerle ticaretinde açık vermeye devam etmiş, ticaret savaşları derinleşmiştir.ABD’nin Çin’le ilişkilerinde sadece ticaret değil, Çin’deki insan hakları sorunları gerginlik oluşturmuştur. Çin yönetiminin, Tienenman Meydanı’nda protesto eden öğrencilerin ve sivil gruplar›n üzerine ateş açması sonucunda çok sayıda sivilin ölmesi, ABD tarafından şiddetle eleştirilmiştir.

Bush ve izleyen yönetimlerin Yeni Dünya düzeni ideali hayata geçirilemedi.

ABD yönetimleri, ideal değerlere göre değil reelpolitik çıkarlara göre hareket etmeyi tercih ettiler. ABD’nin yapmış olduğu askerî operasyonların hemen hepsinde büyük ülkeler arasında ciddi anlaşmazlıklar çıkmış, uluslararası krizler daha da gerginleşmiştir. Irak Kuveyt’ten çıkarıldı ama bu sefer de Irak’ta büyük bir kriz ve sorun oluşturuldu. Somali operasyonu fiyasko ile sona erdi. ABD’nin öncülüğünde imzalanan Dayton Anlaşması Bosna’daki iç savaşı durdurdu ancak Bosna-Hersek’tehakkaniyetli bir düzenin kurulmasını sağlayamadı. Diğer yandan, ABD birçok uluslararası sorunun çözümünde yeterince ilgi ve destek vermedi. Örneğin,Orta Doğu’da Filistin sorununun çözümü ve Kafkaslarda Ermenilerin Azeri topraklarını işgalini sona erdirmek için ciddi bir şey yapmadı.

Bu nedenle, Clinton Yönetimi (1991-2000), daha düşük profilli ama uluslar arası diyalog ve iş birliğini artırma yönünde hareket etti G-8 ülkeleri (G-7 ülkeleri + Rusya) arasında iş birliğini geliştirmek için çalıştı. Uluslararası sistemde demokrasi, piyasa ekonomisi, küreselleşme, insan hakları ve barış gibi değerlerin geliştirilmesinedaha çok önem verdi. Clinton Yönetimi hem uluslararası ekonomik ilişkiler hem de ABD ekonomisi açısından çok önemli dört büyük ekonomik kuruluşa imza attı: Başkan Bush döneminde imzalanan NAFTA, 1993’te yürürlüğe girdi.1994’te Dünya Ticaret Örgütü’nün kuruluşuna ve ticari engellerin kalkmasına öncülüketti. 1994’te 18 ülkeyle birlikte APEC’e katıldı.

1994’te 34 ülkenin katılımıylaFTAA (Amerikalılar Serbest Ticaret Anlaşması) kuruldu. Tüm bu anlaşmalar, küreselleşmenin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Böylece Clinton Döneminde küreselleşme süreci yaygınlaştı. Clinton Yönetimi, Arap-İsrail barış sürecinde, Bosna-Hersek barışında ve Kosova’da saldırgan Sırpların durdurulmasında öncü rol oynadı. Ancak Clinton’ın her konudaki söylemi ile eylemi uyumlu değildi. Örneğin 1992’de Rio de Jenerio’da toplanan BM Dünya Çevre Zirvesinde alınan kararları uygulamadığı gibi, 1997 yılında Clinton Yönetiminin imzaladığı Kyoto Protokolü’nün uygulanmasında ilerleme olmadı.

Bush Yönetimi ilk yılında daha çok iç politikaya yoğunlaşmayı, ABD’nin ekonomikve sosyal sorunlar›n›n çözümü için çalışmayı ve uluslararası alanda uzlaşma, anlaşma ve iş birliği geliştirmeyi planlıyordu. Ancak hem Bush’un hem de ABD’nin iç ve dış politika gündemini bir anda değiştiren bir olay meydana geldi:11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin New York kentindeki ikiz kuleler ve Savunma Bakanlığı Pentagon, büyük bir terör saldırısına uğradı. ABD tarihinde ilk defa meydana gelen böylesi bir saldırı, Bush Yönetiminin iç ve dış politikasını radikal bir şekilde değiştirdi.

11 Eylül 2001 ve Sonrası: Küresel İmparatorluk Projesi,ABD İmajının Çöküşü ve Obama’nın Tamir Çabaları

Başkan Bush, 11 Eylül saldırıları sonrasında ‘küresel terörle savaş’ amacıyla yeni bir dış politika izledi. Bush, terörün doğduğu ülkelere karşı mücadele etmek istediğini açıkladı. Bu ülkeler, öncelikle 11 Eylül saldırılarını yaptığı iddia edilen ElKaide ve Taliban’ın bulunduğu Afganistan iken, ardından ‘şer üçgeni’ olarak isimlendirdiği Irak ve Iran gibi Müslüman ülkeleri de içerdi. Daha da genel olarak,Bush Yönetimindeki ABD, Müslüman ülkelerin hemen hemen tamamını terör kaynağı olarak görüyor, hatta Samuel P. Huntington’un Medeniyetler Çatışması(1996) tezine uygun bir politika takip ediyordu. Bush, bu mücadelesinedestek almak için tüm dünyaya “Ya bizimlesiniz ya da terörle” şeklinde çağrı yaptı.

Dünyanın büyük bölümü ABD’ye yapılan terör saldırısına karşı olduğunu belirtmeklebirlikte, Bush’un terörle mücadele yöntemine tam destek vermedi. BMGüvenlik Konseyi ve NATO gibi örgütler, ABD’ye yapılan saldırıyı kınadılar veABD’ye sempati gösterdiler. Ancak müttefiklerden bazıları ABD’nin ‘terörle savaş’ yöntemini eleştiriyorlardı. Zira Bush, ‘terörle savaş’ bağlamında uluslararası hukuk bakımından da oldukça tartışmalı olan Önleyici Savaş Doktrini’ni ortaya atmıştı. Buna göre ABD, kendisine tehdit olarak algıladığı herhangi bir devlete karşı saldırı ve savaş açabilecekti. Bu doktrinin ilk uygulaması, Afganistan’ın işgal edilmesi oldu. ABD’nin öncülüğündeki askerî operasyona NATO ülkeleri destek vermiş ve ISAF (Uluslar arası Güvenlik Yardım Gücü) çerçevesinde Afganistan’a asker göndermişlerdir.

ABD’nin Afganistan operasyonuna Rusya’nın da karşı olmadığı biliniyor. ABD daha Afganistan’da savaşı bitirmeden bu kez Irak’a saldırmak için harekete geçti.ABD, süper askerî gücünü kullanarak başta Orta Doğu olmak üzere tüm uluslar arası sistemde liderliğini ya da imparatorluğunu gerçekleştirmek istiyordu.ABD, Wilson’un belirttiği hukuk ve değerler gibi idealizm üzerine değil, tam tersineaskerî güç ve emperyalizm üzerine oturan bir dünya düzeni kurma çabasındaydı.

 

Bush ve Yeni Muhafazakârlar da demokrasi, özgürlük ve piyasa ekonomisi gibi değerlerin dünya çapında yaygınlaşması gerektiğini söylüyorlardı, yani aynenWilson gibi idealleri savunuyorlardı. Ancak bu söylemleri eylemleriyle tutarlı değildi. Zira bu idealleri iş birliği, diyalog, kurallar ve diplomasi gibi barışçı yöntemler kullanarak veya Birleşmiş Milletler içinde uluslararası konsensüsle değil, ABD’nin tek yanlı ve saldırgan dış politika yöntemi ile sağlamaya çalışıyordu.

Demokrasi ve özgürlük gibi değerleri güç ve zorbalıkla yaymaya çalışma iddiası,teorikten öteye gitmedi.Bu yöntem ve uygulamalar, doğal olarak, tüm dünyadan büyük bir tepki çekti. Başta Irak’ta, ABD’ye karşı büyük bir direniş oldu. Hem Irak içinden Sünniler vediğer kesimler ile Irak dışından gelen savaşçılar hem de İran gibi komşu ülkeler, ABD işgaline karşı mücadele ettiler. Bu direniş ve mücadele, ABD’ye büyük bir maliyet doğurdu.Böylece Orta Doğu bölgesinde ABD’nin varlığı sarsıldı. Tabii ki bunlar arasında en önemli olay, Arap-İsrail sorununun daha da kötüleşmesi oldu. Bush ile İsrail Başbakanı arasındaki sıkı iş birliği, İsrail’in Filistin’e saldırılarını artırdı. Bush Yönetimi’nin İsrail’e verdiği açık destek hem sorunu daha çözümsüz hâle getirdi,hem de Filistin’deki Hamas ve diğer Filistinlilerin İran’a yaklaşmasına neden oldu. Sadece İran ve Hamas değil, bölgedeki ABD müttefiklerinde bile, İsrail ve ABD karşıtlığı yükseldi. Bunlardan biri olan Türkiye’deki ABD karşıtlığı öyle bir noktayageldi ki, ülkede ABD’yle savaşmayı düşünen görüşler çıktı. Bush, son iki yılında önemli adımlar attı. Bu adımlardan ilki, ABD askerlerininIrak’tan çekilmesi kararı, ikincisi de Irak’ın toprak bütünlüğü içinde yeniden yapılandırılması stratejisi idi ki bunun için Türkiye’den de destek almaya başladı. 5 Kas›m 2007 tarihinde iki ülke arasında yap›lan anlaşma çerçevesinde

Türkiye ve ABD’nin Irak’ın yeniden yapılandırılması ve PKK başta her türlü terörlemücadele konusunda iş birliği süreci başladı. Ancak bu süreç, zamanı ve gücü yeterli olmadığı için Bush tarafından değil, onun ardılı olan Başkan Obama tarafından yürütülmüştür.Başkan Obama’nın dış politikası, kendinden önceki ‘büyük oranda olumsuz’ dış politikayı değiştirme amacı üzerine oluştu. Obama, ilk döneminde (2009-2012) Bush’un tersi yönde adımlar atmaya çalıştı. Bunlardan en önemlileri şunlardı: ABD dış politikasını tek taraşı olmaktan çıkarıp tekrar uluslararası aktörlerle çok taraşı iş birliği yapmaya çalıştı. Bu çerçevede AB, Rusya, Çin gibi küstürülmüş büyük güçlerle diyalogu artırmaya çalışırken aynı zamanda bölgesel düzeyde barış girişimlerindebulundu.

Obama Yönetimi, kendinden önce başlayan uluslararası ekonomik ve mali krizi aşmak için bir yandan iç politikasında düzenlemeler yaparken diğer yandan da uluslararası ekonomik aktörlerle iş birliğini geliştirdi.G-20 adıyla dünyanın en güçlü 20 ekonomisiyle iş birliği yaparak uluslararası ekonomik kriziönlemeye ve küresel yönetim oluşturmaya çalıştı. Ancak ilk döneminde bu sonucuhenüz alabilmiş değildi. İkinci olarak, Başkan Obama ‘terörle savaş’ politikasında önemli değişime gitti. Her şeyden önce, El Kaide liderini öldürerek, en azından zihinlerdeki terör tehdidiniyok ederek büyük bir prestij kazandı. Paralel olarak İslam dünyasıyla diyalog kurarak ABD’nin İslam dünyasındaki olumsuz imajını düzeltmeye çalıştı. İran’lanükleer sorunu çözmek için 5+1 ülkeleri (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa + Almanya) olarak İran’la diyalog kurdu. Büyük Orta Doğu olarak bilinen bölgedekrizlerin çözümü için girişimlerde bulundu. Bu süreçte Türkiye ile iş birliği yaptı ve Model Ortaklık kavramı çerçevesinde Irak, İran, Kafkaslar, Arap-İsrail ve diğer sorunların çözümü için Türkiye’ye destek verdi. 2010 yılında yapılan girişimlerinbazısından kısmi olumlu sonuçlar alındı ama çoğundan olumsuz sonuçlar alındı. Obama Yönetiminin son yılında (2011’de), ABD’yi de derinden etkileme potansiyeliolan Arap Baharı gelişmeleri meydana geldi. Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’demeydana gelen olaylar, ABD’yi de ilgilendiriyordu. Ancak Obama Yönetimi bu süreçtegeçmişten farklı olarak, İsrail’in de savunduğu ‘bölgesel istikrardan yana’, yani‘değişim karşıtı bir tutum’ değil, tam tersine, ‘değişimden yana’ tavır almıştır.

Obama, Mübarek başta olmak üzere diktatörlerin gitmesini istedi. Ancak bu değişimsürecine doğrudan veya aç›k bir şekilde müdahil olmadı, geri planda durdu. Örneğin, Libya’da Kaddafi’nin saldırılarını durdurmak için BM Güvenlik Konseyi’nin 1970 ve 1973 sayılı kararları çerçevesinde yapılan askerî operasyona, örneğin Irak’ın işgalinde olduğu şekilde ön planda katılmamıştır. Obama, NATO’nun Libya’da operasyonuna yeşil ışık yakmış, ABD askerî teknolojisinin ve malzemesinin kullanımını sağlamış ama örneğin Irak’ta olduğu gibi doğrudan bir askerî operasyona öncülük etmemiştir, destek vermemiştir. 

Yukarıya Git