İşlem yapılıyor, lütfen bekleyin...

Hizmette 10+ Yıl ve binlerce müşteri memnuniyeti... | %100 doğru kaynak | %100 memnuniyet | %100 mezuniyet |

Netsorular.com
EDB101U-HALK EDEBİYATINA GİRİŞ-1
EDB101U-HALK EDEBİYATINA GİRİŞ-1 DERSİNİN 1. ÜNİTE DERS ÖZETİNE ULAŞABİLİR, AÖF ÇIKMIŞ SORULARI, DERS ÖZETLERİNİ VE AÖF YARDIMCI KİTAPLARI ONLİNE SİPARİŞ VEREBİLİRSİNİZ

ÜNİTE 1  - KÜLTÜR VE İLETİŞİM

KULTUR KAVRAMI VE OLUŞUMUNDA SOZLU İLETİŞİMİN YERİ VE ROLÜ

Kültür: insan tarafından meydana getirilerek geçmişten bu güne doğaya eklenmiş yaratmalar ve donatmalar bütünüdür.

İnsanın doğayla olan mücadelesinde maddi ve manevi olarak yaratıp doğaya eklediği fi­ziksel ve zihinsel her şey bir kültür ürünüdür. Biraz daha geniş bir tanımla, kültür, insanların biyolojik ve psikolojik varlıklarına bağlı olarak ihtiyaçlarının, doyumla­rının ve doyumsuzluklarının yarattığı, şekillendirdiği, içerik kazandırdığı ve insan­ların öğrenme yoluyla edindiği, yarattığı ve inşa ettiği maddi-manevi birikimi, de­ğerleri, yönelimleri, duygu ve düşünce dünyaları, sosyal davranışları, teknolojileri ve sanatlarının tamamını ifade eder Bu ifade edişler, davranışlardan alışkanlıklara, töreler­den gelenek ve göreneklere, korkulara ve kokulara kadar pek çok değişik şekille­re sahip olabilir. Aynı şekilde, sanat, müzik, mimarî, düşünce, edebiyat gibi fikrî ve estetik üretim alanları da kültür içinde yer alır.

Kültür kalıtımsal değildir. İnsan hangi toplumun içinde doğar büyürse o toplu­mun kültürünü öğrenir. Kişinin içinde büyüdüğü, öğrendiği ve özümseyip benim­sediği kültür onun ulusal kültürü olur. Kültür, kuşaklar boyunca birinden diğeri­ne aktarılan, biriktirilen yaşantı ve bilgi birikimi ögelerinden oluşur. Kültür bu özelliğiyle insan yaşamını diğer canlılardan ayrı ve ayrıcalıklı kılar. Çünkü, insan,öğrendiklerini yavrusuna veya bir başkasına dil yoluyla aktarabilen tek canlı var­lıktır.

İletişim ise, insanlık kadar eski olan sosyal ve toplumsal yaşantının temelidir. İnsan duygularını, düşüncelerini, tecrübelerini, deneme-yanılma yoluyla öğ­rendiklerini başka insanlara anlatmak ve onlarla paylaşmak istemiştir. İnsanın duy­gu, düşünce ve tecrübelerini başka insanlarla paylaşma isteği, iletişimin temelidir. İnsanların diğer insanlarla iletişim kurarak duygu ve düşüncelerini paylaşma iste­ği, iletişimin dil vasıtasıyla kurulan biçimi “konuşma”yı meydana getirmiştir.

 Öte yandan, maddi kültürde meydana gelen bu tür saklama veya muhafaza tekniklerinin bir benzeri de duygu ve düşünceleri, beceri ve tecrübeleri biriktirmek için yapılmıştır. Eğer bu söze dayalı biriktirme olmasaydı kültür ve uygarlık oluşamazdı

İnsanların doğayla olan mücadeleri sonucu elde ettikleri bilgiler ve deneyimler, bir kişiden diğerine veya bir kuşaktan diğer kuşağa yüzbinlerce yıl sözlü iletişim yoluyla aktarılamasaydı ve bu bilgiler sözlü edebiyat türleriyle biriktirilemeseydi fi­ziksel ve zihinsel herhangi bir gelişme meydana gelemezdi.  Bu bağlamda kültür bir bilgi, duygu ve düşünce biriktirme etkinliğidir. Bu bil­gi, duygu ve düşünce birikimlerinin kuşaktan kuşağa aktarılma yolu da iletişimdir. Bunun da en eski ve etkili yollarından birisi sözlü iletişimdir.

İnsanlık çok eski çağlardan beri ahenkli tekrarların, kalıplaş­mış ve ritmik ifadelerin insan hafızasında kolayca kalıp ezberlenebildiğini keşfet­miş olmalıdır. Bunun bir sonucu olarak, gerektiğinde kullanabilmek istediği duy­gu, düşünce, tecrübe ve becerileri şiir şeklinde söyleyerek “sözü saklama” veya başka kuşaklara ulaştırabilmek için “yarınlara yönelik olarak muhafaza etme” tek­niği olan “sözlü edebiyatı” (Oral Literature) veya yaygın adlandırılmasıyla “Halk Edebiyatı”nı icat etmiştir.

KONUŞMAYA VE YAZIYA DAYALI İLETİŞİM BİÇİMLERİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Bir arada bulunan insanları “sosyal" kılan şey birbirleriyle kurdukları iletişimdir. İnsanların ya­zı, matbaa ve elektronik aletler gibi sesi ve dolayısıyla sözü mekâna bağlayan ve kaydeden teknolojiler kullanmaksızm yüz yüze, sese ve söze dayanarak iletişim kurdukları ortama sözlü kültür ortamı denilir. Sözlü kültür ortamı: İnsanların bilgi, duygu, düşünce ve beceri depolamak için kendi ve muhatap­larının hafızalarından başka hiçbir kayıt teknolojisine sahip olmadığı sosyo-kültü- rel toplumsal yapı Birincil Sözlü Kültür Ortamı, Bilgi, duygu ve düşünceleri yazı ve elektronik kayıt imkânlarıyla depolama, saklama tekniklerinin var olduğu kültürel ortamlar ise, İkincil Sözlü Kültür Oltamı olarak adlandırılır.

Birincil Sözlü Kültür Ortamında  her türlü duygu ve düşünce hafızada kolayca kalacak, ezberlenebilecek şekilde söylenilmeye çalışılır. Bu nedenle daha önce de işaret edildiği gibi ritmik tekrarların ve ahengin ezberlemeyi kolaylaştırmasına bağlı ola­rak “şiir” evrensel olarak tercih edilen bir söz, duygu ve düşünce saklama ve ilet­me tekniği olmuştur. Dahası, şiirin yanısıra müzik ve ezginin de ezberleme­yi ve gerektiğinde kolayca hatırlanmayı sağlaması, sözü zamana karşı dayanıklı kılması nedeniyle evrensel olarak kullanıldığı bilinmektedir. İnsanlık tarihinde ilk olarak ortaya çıkan müzik eşliğinde icra edilen bu ilk edebî geleneklerin tamamı dinî içeriklidir. İnsanlık tarihinde din dışı edebî geleneklerin ortaya çık­ması göreceli olarak çok daha yakın çağların ürünüdür. Müzik ve ezgiyle icra edi­len şiir şeklindeki ve dinî içerikli bu erken döneme ait edebî verimler, doğadaki herşeyin canlı ve ruhu olduğuna inanılan animist bir dünya görüşü doğrultusun­da oluşturulmuştur.

Bu dünya görüşüne bağlı olarak kendilerini koruduklarına, kendilerine yardım ettiklerine, bereket verdiklerine inandıkları güç veya güçlere şükran ifadesi ve des­tek sağlamak için, ritüel veya kuttören olarak adlandırılan bir örnek üzere kalıp­laşmış hareket ve davranışlarda bulunmuşlardır. Bu bir örnek üzere kalıplaşmış hareket ve davranışları veya ritüelleri, kötülükleri ve verdikleri sıkıntı, hastalık, ölüm ve bereketsizlik nedenleriyle korkulan kötü güç veya güçlere karşı korunmak amaçlı olarak yapmışlardır. Bugün en geniş anlamıyla “dans” olarak adlandırdığı­mız bu kültürel olgunun da kaynağı söz konusu ettiğimiz dinî ritüellerdir. Müzik ve şiir gibi din dışı dans da, göreceli olarak çok daha yakın çağlarda ortaya çıkmış bir kültürel olgudur.

Yazılıp sabit hâle getirilmiş bir metne sahip olan yazılı kültür ortamında yazar, şair veya bir başkası söz konusu metni tekrar tekrar denetleyebilir. Ekleyip çıkarmalarla metni düzeltebilir. Ancak, sözlü kültür ortamında dinleyici önünde teatral (adeta tiyatro gibi)

Bir biçimde icra edilen bir şiir veya destanın anlatılanlarını denetleyebilmek için el­de sadece destancının hafızası vardır. Bu yapısal zorunluluk, atasözleri veya teker­lemeler ya da kahramanın vasıflarını sayan uzun sıfat cümleleri hazır kalıplar şek­lindeki düşünce biçimlerini gerektirir. Bu tip hazır kalıpsal ifadeler herkesin sık sık duyup kolaylık­la hatırladığı ve kolayca hatırlanabilecek şekilde biçimlenmiş atasözlerinden veya deyimlerden ya da benzeri kalıpsal ifadelerden oluşur.

YÜKSEK KÜLTÜR VE HALK KÜLTÜRÜ TABAKALAŞMASI

Kültürün kaynakları ve özelliği bakımından kuşaklar arasında aktarılan yaşantı ve bilgi ögeleri arasında değişim ve gelişimin bir sonucu olarak bazı farklılıklar orta­ya çıkmaktadır.

Kültürün doğası gereği meydana gelen bu çeşitlenmeler ve farklılıklardan do­layı da, yüksek kültür(high culture) ve halk kültürü (folk culture) olarak adlandırılan ikili bir tabakalaşma oluşmaktadır. Yüksek kültü­re konumu ve iletişim aracından hareketle resmî kültür veya kitabî/yazılı kültür de denilmektedir.

Büyük ölçüde bilgi kaynağı ve özelliğinden dolayı ortaya çıkan kültürel farklı­lıkları ikiye ayırabiliriz. Bunlardan birincisi, bilimsel yöntemin kullanılmasıyla elde edilen bilgidir. Bir bilginin bilimsel olmasının ölçütü, yöntemsel olmasıdır. Bilim­sel bilgi aynı zamanda nesnel, eleştiriye açık, sistemli ve tutarlı bilgidir. Herhangi bir kültürde bu tür bilginin ve ona dayalı yaşantıların oluşturduğu kültürel tabaka­ya yüksek kültür veya resmî kültür denilir. Günümüzde bu sınıflandırma gerek bil­ginin en üst düzeyde bütün katmanlara erişip popülerleşmesi ve gerekse Halkbili­mi çalışmalarının temelini oluşturan halk kavramının yeni tanımlamalar sonucun­da değişmesi nedenleriyle büyük ölçüde geçerliliğini yitirmiştir.

İkinci tür bilgi ise, Halkbilimi veya gündelik bilgi (everday knowledge) adıyla bilinen bilgi çeşididir. Bu bilgi çeşidi, günlük yaşamın sınırları içinde gelişen ve ge­leneksel olarak geçerli olan, kısmen bilimsel doğruluğu olan bir bilgidir. Gündelik bilgi veya sözlü kültür ortamı bilgisi, duyum ve algıya dayanan deneme-yanılma ile elde edilen, bilen (suje) bilinen (obje) ilişkisi sezgi yoluyla oluşan sezgisel ve deneyimsel (empirik) kaynaklı geleneksel bilgidir. Za­manla eskiyen ve geçerliliğini yitiren bilimsel bilgiler ve onlara dayalı olarak geliş­tirilmiş eski teknolojiler de geniş halk kitleleri içinde yaygınlaşarak gündelik bilgi veya geleneksel sözlü kültür bilgisine dönüşebilir. Bir kültürde bu tür bilginin ve ona dayalı yaşantıların oluşturduğu kültür tabakasına halk kültürü Halkbiliminin araştırma alanını da halk kültürü oluşturur.

Yüksek kültür ve halk kültürü tabakalaşmasının bir başka nedeni de, XIX. yüz­yılın ilk yarısına kadar yaygın olarak kabul edilen eski kültür tanımıyla ilgilidir. Bu eski tanıma göre kültür, inceltilmiş zevkler ve adabımuaşeret bilgisi ve görgüsü an­lamıyla, elit ve aristokratlara has ve toplumun, siyasi, sosyal ve ekonomik gücü elinde bulunduran yüksek tabakasına ait bir özellikler bütünü olarak düşünülmüş­tür. Halk ise, okuma-yazma bilmeyen, kırsal kesimde yaşayan sosyo-kültürel de­ğişmelerden olabildiğince az etkilenmiş ve ekonomik olarak da toplumun düşük bir kesimi olarak tanımlanmakta ve halkın kulaktan kulağa ve kuşaktan kuşağa ez­berleyerek aktardığı geleneksel kültürel unsurlar da halk kültürü olarak adlandırıl­maktaydı. Halk kültürünün XVIII. yüzyıldan itibaren sözlü kaynaklardan derlen­meye başlanılan mit, masal, destan, atasözü, tekerleme, fıkra, türkü, ninni gibi sözlü edebiyat tür ve şekillerine de Halk Edebiyatıadı verilmiştir.

HALK EDEBİYATI KAVRAMI

Türkçede, Tanzimat’tan (1839) sonra kullanılmaya başlayan edebiyatterimi, önceki zamanlarda edeb ilmiadıyla tanınıyordu. Tan­zimatçılar bu edeb ilmi için “edebiyat" kelimesini kullanmaya ve yeni anlayışı bu ad altında ifade etmeye başlarlar. Dilimizde “edebiyat" şeklindeki kullanım 1860 sonrası yaygınlaşır. Bu dönemde Şinasi’nin atasözü derlemeleri, Ziya Paşa’mn Şiir ve İnşamakalesinde, değerlerinden sözünü ettiği sözlü edebiyat türlerinin ay­dınlarımızın dikkatini çekmeye başlaması aslında bizde halka doğru yapılan ilk yönelişler; halkı ve edebiyatını arayışların başlangıcıdır.

Batı’da, XVI. yüzyıldan itibaren, Amerika’nın keşfiyle yerlilere karşı duyulan “vahşi soylu" hayranlığının bir sonucu ola­rak, pek çok aydın, halk(das volk) olarak nitelendirdikleri, kendi köylülerine "Halka Doğrıt" parolasıyla yönelirler. Bu anlayışa göre halk, okuması-yazması ol­mayan, kırsal kesimde yaşayan, dolayısıyla sosyo-kültürel değişmelerden olabildi­ğince az etkilenmiş ve yazılı kültürden ziyade sözlü kültür içinde yetişmiş, ekono­mik olarak da yer aldığı toplumun düşük seviyeli bir kesimi olarak tanımlanıyor­du. Geçmişe duyulan romantik bir nostaljiyi de içinde barındıran bu anlayış, halk içinde yaşayan epik destanlar, mitler, türküler, ninniler ve inançlarda, Hristiyanlık öncesinden kalma “tertemiz ulusal ruhları’’nm yer aldığına inanıyordu. Dahası, uluslaşma ve ulusal devlete yönelişte meydana getirilmesini gerekli gördükleri ye­ni ulusal kültürel sentezin kaynağının bu tertemiz ruhun oluşturmasını istiyorlar­dı. Bu nedenle halkın hafızasındaki sözlü edebiyat ürünlerini derleyip yayınlama­ya başladılar. Bu süreçte sözlü olarak anlatılan epik destanların keşfedilip yayın­lanması zamanın anlayışına göre Finliler gibi o zamana kadar küçük ve önemsiz ulusların bile Eski Yunan’a denk bir tarihî geçmişi oldukları kabulünü meydana getiriyordu.Bu durum özellikle 1789 Fransız İhtilali sonrası özel bir önem verilen millet ol­gusuna dayalı modern devlete sahip olma peşindeki aydınların sarıldığı en önem­li kaynaklardan birine dönüşür. Halkın asırlardan beri kuşaktan kuşağa sözlü ola­rak taşıdıkları sözlü kültürü Halk Edebiyatı olarak adlandıran bu yeni anlayış Türkiye’de XX. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır.

Osmanlı Devleti’ni dağılmaktan koruma amacıyla XIX. yüzyılda uygulanan Os­manlıcılık politikasıİslâmcılık politikasına son çare olarak hiç olmazsa Türklerin de kendi ulus devletlerini kurmalarını amaçlayan Türkçülük akı­mının ortaya çıkmasına neden olur. Türkçüler de ulus devlet kurma ve bu amaçla geniş kitleleri harekete geçirmedeki yer ve rolünden hareketle Halka Doğru şeklindeki aynı parolayı kullanarak Türkler arasındaki sözlü kültürü derlemeye ve oluşturmak istedikleri yeni ulusal kültürel sentezin kaynağı ve temeli yapmaya yönelirler.

Özellikle, 1908 sonrası Ziya Gökalp, Rıza Tevfik Bölükbaşı ve Mehmed Fuad Köprülü gibi Türkçülük akımının önde gelen isimleri, Fransızca Literature populaire veya İngilizce Folk Lite­rature terimini Türkçeleştirerek Halk Edebiyatı olarak adlandırdılar. Bu araştırma­cılar, bu sözlü edebiyat ürünlerinin tespit ettiklerini yayınlamaya başladılar.

Türklerin İslâmiyet bir din olarak ortaya çıkmazdan çok önceleri bile bir edebiyat gelenekleri vardı. Ağırlıklı olarak bir söz­lü edebiyat geleneği olanen eski Türk edebiyatı, kopuz adı verilen enstrümanla çalınan müzik eşliğinde oluşturulan bir edebi­yattır. Yaygın olarak “Ozan-Baksı” edebiyat geleneği de denilen bu edebî gelenek çevresine mensup olanlar, “şamanizm” veya “kamlık” olarak da adlandırılan eski Türk dinî inancı ve dünya görüşü çerçevesinde koşuklar (koşmalar), sagular (ağıt­lar), mitler, atasözleri, epik destanlar, masallar, efsaneler gibi pek çok türde eser­ler vermiştir. 

Yukarıya Git