İşlem yapılıyor, lütfen bekleyin...

Hizmette 10+ Yıl ve binlerce müşteri memnuniyeti... | %100 doğru kaynak | %100 memnuniyet | %100 mezuniyet |

Netsorular.com
FEL203U-YURTTAŞLIK VE ÇEVRE BİLGİSİ DERSİNİN 1. ÜNİTE DERS ÖZETİ
FEL203U-YURTTAŞLIK VE ÇEVRE BİLGİSİ DERSİNİN 1. ÜNİTE DERS ÖZETİNE VE DİĞER DERSLERİN DERS ÖZETİNE ULAŞABİLİR, AÖF ÇIKMIŞ SORULARI, AÖF DERS ÖZETLERİNİ VE AÖF YARDIMCI KİTAPLARI ONLİNE SİPARİŞ VEREBİLİRSİNİZ...

ÜNİTE 1: TOPLUM

Tönnies'in yaptığı bu sınıflandırmaya göre "topluluk", bir arada, çok yakın ve yoğun ilişkiler yaşayanlardan oluşurken "toplum" ise bilinçli ve gönüllü olarak üye olunan bir oluşumdur. Tönnies ilkine örnek olarak aile ve yakın akraba gruplarını, arkadaş topluluklarını örnek gösterirken ikincisine ekonomik çıkarlarla ilgili örgütlülükleri örnek vermektedir.Yaşamı sürdürebilmek için doğanın güçlerine karşı bir insanın tek başına mücadele edememesi zorunlu olarak insanların güçlerini birleştirmiş bir arada ve dayanışma içinde olmalarını sağlamıştır. Böylelikle insanlar doğa karşısında hem maddi ham de manevi gereksinimlerini karşılamak için karşılıklı dayanışma içinde bütünleşmeye gitmişlerdir.Toplum, insanlar arasındaki etkileşimin örgütlenmiş düzenidir.Toplum somut bir olgudur çünkü insan-doğa ve insan-insan etkileşimi doğrultusunda oluşan ve bütünleşen nesnel bir gerçekliktir. Toplum, başta kendini korumak ve sürdürmek olmak üzere birçok temel çıkarlarını gerçekleştirmek için kimi zaman çatışsa da genelde işbirliği içinde olan insanlardan oluşan, göreli bir sürekliliği olan, genellikle belli bir coğrafi yeri ve ortak kültürü bulunan karmaşık ilişkiler bütünüdür.

Fichter'e göre topluma ilişkin öğeler: Toplumdaki insanlar demografik bir birim oluştururlar ve bunun sonucunda toplum bir nüfustur, Toplum ortak bir coğrafi mekânda varlığını sürdürür. Toplum, aile, din, ekonomi gibi işlevsel olarak farklılaşmış temel gruplardan oluşmuştur, Toplum kültürel açıdan benzer grupları bir araya getirir. Toplumda işbirliği yaygındır. Toplumu oluşturan insanlar arasında düzenli karşılıklı ilişkiler vardır.

-Emile Durkheim, toplumları mekanik dayanışma üzerine kurulmuş toplumlar ve organik dayanışma üzerine kurulmuş toplumlar olarak ikiye ayırır. Durkheim, bireyler arasında işbölümü ve uzmanlaşmanın yok denecek kadar az olduğu toplum biçimini mekanik dayanışma üzerine kurulmuş toplumlar olarak adlandırır. Bu toplumlarda bireyler arasında dayanışma daha çok benzerliğe dayanır ve bunlar kendi kendine yeterli homojen toplumlardır. Organik dayanışma üzerine kurulu toplumlar ise daha karmaşık bir yapıya sahiptirler ve bunlar nüfusun daha yoğun olmasıyla bireyler arasındaki işbölümünün de artmış olduğu toplumlardır. Bu toplumlarda, kendi kendine yeterlilik kaybolmaya yüz tutmuştur ve toplumsal düzen ve denetim toplumun bireyler üzerindeki baskısıyla sağlanmaya başlanmıştır. Durkheim'a göre, sanayileşmeyle birlikte ilkel işbölümünün yerini mesleki uzmanlaşma, böylelikle de mekanik dayanışmanın yerini organik dayanışma almıştır.

-Ferdinand Tönnies toplumları cemaat ve cemiyet olmak üzere ikiye ayırarak bir sınıflandırma yapar. Buna göre cemaatler etnik köken, ırk, kültür bakımından farklılaşmamış bireylerden oluşurlar. Bireyler arasında yakın ve sıcak ilişkiler vardır ve cemaatler küçük ve homojen toplumlardır. Cemaatlerde homojen bir kültür söz konusudur ve toplumsal ve coğrafi hareketlilik azdır. Tönnies'e göre cemaatlerdeki ilişkilerin altında organik bir irade söz konusudur. Cemiyetler ise ırk, etnik köken, kültür vb. bakımından farklılaşmış, bireysel olmayan, ilişkilerin mesafeli olduğu toplumlardır. Cemiyetlerdeki bir akılcı bir değerlendirme ile belli hedeflere yönelmiş rasyonel iradeden söz edilebilir.

-Karl Marx ilkel komünal toplum, köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum be sosyalist toplum olmak üzere toplumları ekonomik sisteme dayanarak sınıflandırmıştır. Marx'a göre toplumların tarihi esas olarak sınıf savaşının tarihidir. Her toplumsal sınıf üretim araçlarıyla olan ilişkisi temelinde belirlenir ve üretim araçlarına sahip olanlar burjuvazi sınıfını oluştururken, üretim araçlarından yoksun olup emeğiyle geçinenler ise proletarya sınıfını oluştururlar ve temel çelişki bu iki sınıf arasında gerçekleşir.

-Sanayileşme düzeylerine göre toplumlar birinci, ikinci ve üçüncü dünya toplumları olarak sınıflandırılırlar. Birinci dünya toplumları onsekizinci yüzyıldan bu yana sanayileşmeleri en ileri düzeye ulaşmış kapitalist toplumlardır. Bu toplumlarda insanların çoğu genellikle kentlerde yaşar ve kırsal alanda tarım da çok gelişmemiştir. Sınıflar arası eşitsizlikler göreceli olarak daha azdır. İkinci dünya toplumları genel olarak yirminci yüzyılda ulus-devlet aşamasına ulaşmış toplumlardır. Bu toplumlarda genellikle sanayi üretimine dayanırlar ancak uzun yıllar ekonomi merkezi planlama ile yönetilmiştir. Özellikle bu tip örnek yapılanmalar Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'da 1989'dan önceki dönemde oluşmuştur. Nüfusun küçük bir bölümü tarımda istihdam edilirken büyük çoğunluğu kasaba ve kentlerde yaşarlar. Toplumsal eşitsizlikler birinci dünya toplumlarına göre çok daha fazladır. Kapitalist sisteme geçişten sonra bu toplumların bir bölümü birinci dünya toplumlarına yakınlaşmışdır. Üçüncü dünya toplumları ise yirminci Yüzyılın yarısına kadar sömürgeleştirilmiş olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu toplumlarda nüfusun çoğunluğu tarımda istihdam edilir. Hindistan, Çin, Afrika ve Güney Afrika ülkeleri bu toplumlara örnek olarak gösterilebilir.

-Topluluk, günlük ihtiyaçlarının büyük bir bölümünün karşılanması konusunda birbirine karşılıklı olarak bağımlı, genellikle birbirine yakın yerlerde yerleşik olan insan gruplarıdır.

-. Yönetim, en geniş topluluk için kurallar koyan, yasalar yapan ve bunları uygulayan ve uygulamayı denetleyen kişileri ve kurumları anlatan bir terimdir. Bir yönetim, belli bir toprak parçası üzerinde yönetme iddiasını başarıyla ortaya koyduğunda (yani yasa yaptığında ve bunları uyguladığında), onun egemenlik sahibi olduğu söylenir.

Egemen bir devlet otorite sahibidir; bunun anlamı, egemen devletin, devletin yönetme hakkına inanan toplum üyelerine kararlarına uyma buyruğu verebilmesidir. Ayrıca egemen bir devlet, yönetme iddiası gönüllü biçimde kabul edildiği, yani kararlarına rıza ile uyulduğu ölçüde de meşru bir devlettir. Meşruluk, yalnızca yasalarda öngörülmüş bir yönetme hakkını içermez; yani yasallık ve yasaya uygunluk, meşruluğun tek göstergesi değildir. Aynı zamanda, yurttaşların, yönetimdekilerin yönetebilirliklerine duydukları inancı ve yönetimi oluşturan partinin ya da kişilerin politik inançlarını paylaşmasa bile, onların yönetme hakkını tanıdığı ve kararlarına uymaya razı olduğu bir durumu anlatan bir terimdir.

-Devletin klasik anlamda savunusu toplumsal sözleşme kuramları ile yapılır. Toplumsal sözleşme kuramları devletsiz bir toplumun nasıl olacağını "doğa durumu" kavramı ile tasvir eder. Örneğin düşünür Thomas HobbesLeviathanadlı eserinde bu düşünceyi geliştirmiştir. onaltıncı ve onyedinci yüzyıllarda klasik siyasal düşünürlerin çoğu, Hobbes gibi, bir yönetime sahip olma ve ona uyma gereksinimini, orijinal bir "doğa durumu" kavramından çıkartarak savunmuşlardır. Doğa durumu ile bireyler arasında aracılık ve hakemlik edecek bir yönetim aygıtının olmadığı tasarlanır. Hobbes, doğa durumunda insanlar arasında sürekli bir savaş olduğunu düşünür. Ona göre, güvenliğin sağlanması bir yönetimin varlığına bağlıdır. Yönetimin sağlayacağı bu güvenli ortamda elde edilecek kazançların, bu yönetimin otoritesine uymakla özgürlüğün yitirilmesine değecek kadar büyük olması nedeniyle insanlar yönetime uymaya rıza gösterirler.

-

Devleti en kapsayıcı topluluk ve birleştirici bir kurum, bir değer ve bir amaç olarak gören görüş, toplumu devletin bir alt birimi sayar. Aristo (Aristotales)'dan başlayan ve Hegel ile gelişimi tamamlanan bu görüş, devleti ulaşılması gereken en yüce değer olarak tanımlar.

Çoğunlukla Marksist düşünürlerce dile getirilen ve devleti, bir sınıfın diğer sınıfları egemenliği altında bulundurmasını sağlayan bir baskı aracı olarak gören görüşe göre, devlet; sınıfların ya da egemen toplumsal grupların varlıklarının bir güvencesi sayılmaktadır.

Muhafazakârlar devleti, toplumu bozulmadan ve çürümeden önlemenin bir aracı olarak görürler ve daha çok disiplin ve otorite ile ilişkilendirirler. Bu bakışın bir sonucu olarak da devlete geleneksel bakışları daha çok güçlü bir devlet yönündedir. Sosyal demokratlar ise devleti sınıfsal eşitsizlikleri azaltacak bir araç olarak, "ortak iyi"nin cisimleşmesi olarak görürler. Feministler ise devleti erkek egemenliğinin bir aracı olarak görürler, onlara göre patriarkal devlet kadını kamusal alandan ve siyasetten dışlamaya ya da bu alanlarda ikincil kılmaya hizmet eden bir araçtır. Anarşistler ise devlet mülk, imtiyaz ve güç sahiplerinin hizmetinde bir araçtır.

- Ulus- devlet bir siyasi örgütlenme biçimi ve aynı zamanda siyasi bir idealdir.Modern devlet kavramı yeni bir olgudur ve onaltıncı yüzyılda Batı Avrupa'da feodalitenin çöküşü ve kilisenin siyasi nüfuzunun kırılışı ile beraber ortaya çıkan ve zamanla dünyanın her yanına yayılan bir devlet biçimini ifade etmektedir. Ulus-devlet, dağınık ve çatışan otoriteler arasında bölünmüş olan insanları ülke ve ulus kavramları etrafında toplayan bir oluşumdur.

-MaxWeber bugünkü anlamıyla modern devleti şu şekilde tanımlamaktadır: "Devlet belli bir ülkede güç kullanma tekelini meşru biçimde elinde tutan insan topluluğudur ".

-Ulusun bir devlet aracılığıyla karar aldığı yönetim modeli olarak ulus- devlet, yönetimi oluşturan farklı kurumların anayasal işleyişleri sonucunda ortaya çıkan uygulamaları ulusun kararı sayar.

-Modern devletin temel özellikleri şu şekilde sıralanabilir:

Egemenlik: Devlet, sınırlanmamış mutlak bir iktidarın temsilcisi olarak tüm diğer grup ve toplulukların en tepesinde yer alır ve bütün bu örgütlerin ve toplukların üzerinde bir yaptırım gücü vardır.

Kamusallık: Kamusal organlar aile gibi özel kurumların aksine kolektif olarak karar alır ve uygularlar

Meşruluk: Devlet diğer toplumsal gruplardan farklı olarak meşru olarak güç kullanma tekeline sahip tek örgüttür ve bunu toplumun "ortak iyi" sini gerçekleştirmek üzere yapar.

Toprak ilkesi: Devlet sınırları belli bir toprak parçası üzerinde faaliyetlerini yürütür.

Siyasal iktidar: Devlet sayılabilmek için siyasal iktidara ve onun kurum ve kuruluşlarına gereksinim vardır.

-Yapıları bakımından devletler arasındaki temel ayrımlar şu şekilde sınıflandırılabilir:

Tekçi ya da Üniter Yapılı Devletler: Bir ülkede siyasal iktidar tek elde toplanıyorsa ve bölünmemişse üniter devlet söz konusudur. Bu devletlerde diyelim belediyelerin daha etkin çalışması açısından yerinden yönetim ilkesi benimsense de merkezi yönetim tek elde toplandığı için yine üniter ya da tekçi devlet yapısı geçerlidir. Türkiye, Yunanistan, Fransa üniter yapılı devletlere örneklerdir.

Federal Devletler: Federal devletler birden fazla devletin ya da eyaletin birleşmesinden meydana gelirler. Bu anlamda da yasama ve yürütme federal ve merkezi düzeylerde ayrı ayrı yer alır. Bu anlamda da federe devletleri ve merkezi devletleri temsil eden ayrı meclisler söz konusudur.

-Yüzyıllarca siyasal örgütlenme toplumsal yaşamla ilgili düşünce alıştırmalarının değişmez nesnesi oldu. İnsan toplumsal bir hayvan, bir politikonzoonolarak tanımlandı. Buradaki politikon"toplumsal" ve "siyasal" olan arasında bir ayrım yapmadan her ikisini birden kapsıyordu.Sanayileşmeyle beraber siyasal kurumlarla toplum arasındaki ilişkiler tersine döndü. Giderek toplum bütün haline gelmeye başladı. Buna karşılık devlet daralarak toplumun bir bölümünün diğer bölümleri üzerinde iktidar uygulamasını sağlayan bir baskı aracı olarak anlaşılmaya başladı. O ana kadar insanlığın aile gibi küçük topluluklardan devlete doğru geliştiği düşünülüyordu. Sanayileşme ile beraber, bir yandan insanların bir siyasal güce ve baskı aracına pek az ihtiyaç duyarak bir arada uyum içinde yaşamalarını sağlayan ekonomi yasalarının keşfi, öte yandan bilginlerle sanayicilerin başlarında zorlayıcı bir güç olmaksızın oluşturdukları sanayi örgütlenmesinin gelişimi sayesinde tam tersi bir sürecin ortaya çıktığını görüyoruz: Bu durum, baskıcı devletten, özgür topluma doğru olan bir gelişim sürecidir.

Yukarıya Git