İşlem yapılıyor, lütfen bekleyin...

Hizmette 10+ Yıl ve binlerce müşteri memnuniyeti... | %100 doğru kaynak | %100 memnuniyet | %100 mezuniyet |

Netsorular.com
TRM103U-EKOLOJİ VE ÇEVRE BİLGİSİ DERSİNİN 1. ÜNİTE DERS ÖZETİ
TRM103U-EKOLOJİ VE ÇEVRE BİLGİSİ DERSİNİN 1. ÜNİTE DERS ÖZETİNE VE DİĞER DERSLERİN DERS ÖZETİNE ULAŞABİLİR, AÖF ÇIKMIŞ SORULARI, AÖF DERS ÖZETLERİNİ VE AÖF YARDIMCI KAYNAK KİTAPLARI ONLİNE SİPARİŞ VEREBİLİRSİNİZ....

EKOLOJİ VE ÇEVRE BİLGİSİ ÖZET

ÜNİTE 1:

Ekoloji terimi ilk kez, 1858 yılında Henry THOREAU tarafından kullanılmış, ancak herhangi bir tanımlaması yapılmamıştır. Alman zoolog Ernst HEACKEL (1869) ise "Doğanın ekonomisi ile ilgili tüm bilgileri belirtir ve söz konusu bilgiler de hayvanların organik ve inorganik çevreleriyle olan tüm ilişkilerdir" şeklinde yaptığı tanımlama için yunanca Oikos (ev, mekan) ve Logos kelimelerinden yararlanarak "Oe-kologie" terimini kullanmıştır.

-Ekolojinin gelişimi 19. yüzyılda hız kazanmıştır. Bu konudaki çalışmalara ba¬zı örnekler vermek istenirse: JustusVon LEIBIG (1840)'in bazı kimyasal madde¬lerin bitki üretiminde sınırlayıcı etkileri konusundaki çalışması; FORBES (1844)'in Ege denizi hayvan toplulukları üzerindeki çalışması gösterilebilir. Ayrıca, o dev¬rin araştırmacıların başında gelen Prusyalı FriedrichHeinrich Alexander von HUMBOLD (1769-1859)'un aynı dönemde Güney Amerika kıtasının bitkilerini ve çevre koşullarını içeren 26 ciltlik eseri bitki ekolojisi ve coğrafyası alanında önemli eserdir. Karl MOBIUS (1877) ilk olarak ekolojidekommunite ve biyosönoz terimlerini kullanmıştır.

Deneysel ve analitik araştırmalara 1900'lü yıllardan itibaren önem verilmesiyle ekoloji bilimi modern bir yapı kazanırken diğer bilim dalları ile olan sıkı ilişkisi kendini göstermiştir. Yirminci yüzyılda modern ekoloji ile uğraşan ekologların bazısı kommunite çalışmalarına bazıları ise enerjinin depolanması konusuna eğilmişlerdir. Bitki ekoloğu olan WARMING (1909) bitki ve hayvan kommunitelerinin ilişkilerini ele alarak karşılıklı bağımlılığın bulunduğuna işaret etmiştir. Alman tatlı su biyoloğu olan AugustFriedrich THEINEMANN 1918'de besin enerjisinin yeşil bitkilerden (üreticiler) çeşitli basamaklardaki hayvanlara (tüketiciler) doğru bir dizi canlı tarafından aktarıldığını ortaya koymuştur. Charles ELTON ise 1927'de yayınladığı "Hayvan Ekolojisi" kitabıyla o güne kadar dağınık olan bilgileri topladı.

- ALLEE ve arkadaşlarının (1949) hayvan ekolojisinin prensipleri, GAUSE (1934)'un yaşam savaşı, LACK (1954)'ın hayvan populasyonlarının doğal dengesi, LOTKA (1956)'ın matematiksel biyoloji adlı eserleri sayılabilir.

-BODENHEIMER (1955), eserlerinde ekolojiyiAutekoloji ve Sinekoloji olarak ayıra¬rak incelemiştir. ODUM ve ODUM (1959) ise aynı şekilde ikiye ayırmış, fakat Sine-kolojininpopulasyon, kommunite ve ekosistem ekolojisi şeklinde incelenebilece¬ğini bildirmiştir. Günümüzde genel olarak bu alt bölümlerde incelenmektedir. SCHWERDTFEGER (1963) ve DAJOZ (1972) ise ODUM ve ODUM (1959) tarafın¬dan önerilen sınıflandırmadaki kommunite ve ekosistem ekolojisini Sinekoloji al¬tında toplayarak, ekolojiyi Populasyon dinamiği, Autekoloji ve Sinekoloji adı altın¬da üç ana alt bölüme ayırmışlardır.

- Ortam Çeşidi ve Habitatlara Göre Ekolojinin Bölümleri

Bitki ve hayvan türleri ve bunların oluşturdukları topluluklar, kara deniz ve tatlı sular gibi farklı ortamlarda yaşarlar. Bu nedenle, organizmaların kendi ortamında incelenmesini sağlamak için ekoloji bilimi; Karasal ekoloji, Deniz ekolojisi, Tatlı su ekolojisi ve Paleoekoloji olmak üzere dört alt bölüme ayrılmaktadır. Bu alt bölümler kendi içinde de alt dallara ayrılabilir. Örneğin, Orman ekolojisi, Step ekolojisi, Otlak ekolojisi, Durgun su ekolojisi, vb.

Biyolojik Anlamda Ekolojinin Bölümleri

Bu tip sınıflandırmada ekoloji, Bitki ekolojisi, Hayvan ekolojisi, Omurgalılar ekolojisi, Mikrobiyal ekoloji, Böcek ekolojisi, İnsan ekolojisi gibi bölümlere ayrılmaktadır. Bütün bu alt bölümlerden başka, Kirlenme ve uzaydaki sorunların çözümünde söz konusu olan Kirlenme ekolojisi, Uzay ekolojisi, Doğal kaynaklar ekolojisi gibi ekoloji bölümleri de bulunmaktadır. Son yıllarda ise doğal kaynakların insanlar tarafından kullanılmasında ekolojik verilerin çevre korumada kullanılmasıyla Uygulamalı ekoloji (Ekoteknoloji) adı altında yeni bir bölüm gelişmiştir.

-Autekoloji (Birey Ekolojisi)

Bir türe ait birey veya bireylerin ortamları ile olan ilişkilerini inceleyen ekolojiko¬ludur. Bireylerin mevcut çevresel etmenler ile kurdukları ilişkileri özellikle morfo¬loji, fizyoloji ve davranıştaki etkilerini incelerken türler arasındaki karşılıklı ilişkile¬ri dikkate almaz.

-Sinekoloji (Tür Toplulukları veya Ekosistem Ekolojisi)

Çeşitli türlerden oluşan bir topluluğun bireyleri ve yaşam ortamları arasındaki ilişkiyi inceleyen ekoloji koludur. Bu ekoloji kolu, bir ormanı bütün olarak ele alır ve buradaki sıklık, tabakalaşma, rekabet ve diğer etmenleri inceleyek sonuca varır.

Populasyon Ekolojisi

Aynı türe ait bireylerin meydana getirdiği gruba POPULASYON; populasyonları inceleyen ekoloji koluna da POPULASYON EKOLOJİSİ denir. Populasyonekolojisi, bir türe ait bireylerin oluşturduğu topluluğun yapısını, gelişimini ve değişimi ile bunların sebeplerini araştırır. Araştırma yöntemi, alan çalışmaları ile matematik ve istatistik modellerdir.

-Kommunite Ekolojisi

Belli bir alanı işgal eden bütün populasyonlara KOMMUNİTE (Topluluk); kommuniteleri inceleyen ekoloji koluna da KOMMUNİTE EKOLOJİSİ denir.

-Ekosistem Ekolojisi

Karşılıklı olarak madde alışverişi yapacak şekilde birbirini etkileyen organizmalarla cansız maddelerin bulunduğu herhangi bir doğa parçasına EKOSİSTEM; ekosistemi inceleyen ekoloji koluna da EKOSİSTEM EKOLOJİSİ denir. Ekosiste-min belli başlı öğeleri abiyotik maddeler, üreticiler, tüketiciler ve parçalayıcılar (veya ayrıştırıcılar)'dır:

i. Abiyotik Maddeler: Çevrenin anorganik ve organik bileşikleridir. Örneğin,su, toprak, bitki besin elementleri gibi.

ii. Üreticiler: Yeşil bakteriler, algler, diğer bitkiler (Ototrof organizmalar)

iii.  Tüketiciler: Herbivor ve Karnivor organizmalar (Heterotrof organizmalar)

iv. Parçalayıcılar: Ölü organizmaların ve organik atıkların parçalanmasını sağlarlar. Örneğin, Bakteri ve Mantarlar

- Tundra

Kutup bölgelerinin başlıca ekosistemidir. Grönland, İskandinavya Yarımadası ve Sibirya'nın kuzey kesimleriyle Antarktika Kıtasının belirli kısımlarını kapsar. Bu alanlarda geniş buzullar yer alır. Yılın kısa bir dönemi buzulsuz geçer. En yüksek sıcaklık genelde 10 °C'den daha azdır. Toprağın büyük bir kısmı permafrost adı verilen sürekli donmuş halde bulunur.

- Tayga

Kuzey Yarıkürede yüksek enlemlerde bulunan, Avrasya, Alaska ve Kanada boyunca Yerküreyi çevreleyen ormanlardır. Bu biyomun tipik bitki örtüsünü iğne yapraklı ağaçlar oluşturur. Ladin (Picea sp.) ve köknar (Abies sp.) gibi iğne yapraklı ağaçlar baskın durumdadır.

- Ilıman Bölge Geniş Yapraklı Ormanları ve Maki

Ilıman bölge geniş yapraklı ormanların yayıldığı alanlar yıl boyunca süren bol yağışlı bir iklime sahiptir. Ilıman bölge geniş yapraklı ormanları Kuzey Amerika'nın doğusu, Avrupa'nın batı ve orta kısımları, Çin ve Japonya dâhil Asya'nın doğusunda yayılış gösterirler. Ağaçların çoğu sonbaharda yapraklarını döker. Bu sebeple yaz ve kış mevsimleri arasında belirgin bir farklılık vardır. Quercus sp. (Meşe), Fagus sp. (Kayın), Populus sp. (Kavak), Fraxinus sp. (Dişbudak), Alnus sp. (Kızıl ağaç), Tilia sp. (Ihlamur) gibi cinsler ılıman bölge geniş yapraklı ormanlarının elemanlarından olup farklı alanlarda faklı türlerle temsil edilebilirler.

- Akdeniz bölgesinin tipik bitki örtüsü olan maki sert yapraklı herdem yeşil çalılardan oluşur. Sıcak ve kurak yaz mevsimleri ile serin ve yağışlı kış mevsimlerinin karakterize ettiği Akdeniz iklim tipinin egemen olduğu bölgelerin bitki örtüsünü oluşturur.Oleaeuropea (zeytin), Laurusnobilis (defne), Myrtuscommunis (Mersin), Arbutusunedo (Kocayemiş) ve Quercus sp. (meşe) türleri gibi çok çeşitli tür ülkemizde makinin yapısına katılmaktadır. Ayrıca başta Pinusbrutia (Kızılçam) olmak üzere Juniperus sp. (Ardıç) ve Cupressus sp. (Servi) türleri gibi çeşitli kozalaklı ağaçlar bu ekosistemin elemanları arasında önemli yer tutar.

-Tropikal Yağmur Ormanları

Tropikal yağmur ormanları Yerkürenin ekvator kuşağı çevresindeki alçak rakımlı bölgelerde yer alır. Bu bölgelerde yüksek sıcaklıklar ve yağış egemen olup mevsimsel farklılıklar göstermez. Yağış tüm yıla yayılır ve yıllık yağış miktarı 200-225 cm değerlerine ulaşır. Tırmanıcı bitkiler, sarılıcılı bitkiler (Liyanlar) ve Epifit bitkiler gibi farklı bitki formlarını barındırırlar. Bu ormanlardaki hayvan türlerinin çoğu zeminin yukarısında-ki tabakalarda yaşar. Örneğin; İngiliz Guiana' sında memeli hayvan türlerinin %50'den fazlası yaşamlarını ağaçlar üzerinde sürdürürler. Bunlara ek olarak ağaçlar üzerinde bukalemun, iguana, tırmanıcı yılan, kurbağa vb. türlerden oluşan bir hayvan çeşitliliği vardır.

-Ilıman Bölge Otlakları (Çayırlıklar)

Yağış bakımından çöller ve orman alanları arasında yer alırlar. Çoğunlukla çayırların (buğdaygiller familyasına ait türlerin) egemen olduğu alanlar otlak olarak tanımlanır.

-Tropikal Çayırlık ve Savanlar

Tropikal savanlar (dağınık ağaçların veya ağaç kümelerinin yetiştiği çayırlıklar) yıllık 100-150 cm kadar yağış alan sıcak bölgelerde yer alır. Yağışlar yıl boyunca eşit dağılmaz yılda bir iki kere nispeten uzun süren bir kurak dönem vardır. En büyük tropikal savanlar Afrika'nın orta ve doğu kısımlarında bulunur. Güney Amerika ve Avustralya'da da tropikal savan ve çayırlıklar vardır. Tropikal savanlarda yaygın olan çayır türleri Panicum, Andropogon, Pennisetum ve Imperata cinslerine ait türlerdir.

-Çöller

Su çöl ortamlarındaki canlılığı belirleyen en etkili sınırlayıcı faktördür. Bu nedenle çöl bitkileri su ile ilgili uyum özellikleri açısından üç çeşit grupta incelenebilirler :(1) Bir yıllık çöl bitkileri: Bu bitkiler nemin yeterli olduğu dönemlerde gelişir ve tohum verirler. Böylelikle kuraklıktan kaçınırlar. (2) Etli gövdeli bitkiler: Bazı çöl bitkileri de gövde ve yaprak dokularında su depolamak suretiyle kuraklığa uyum sağlarlar. Bu türlere Sukulent bitkiler adı verilir. (3) Çöl çalıları: Toprağa yakın kısa bir dip gövdesi ve bu dip gövdeden çatallanarak çıkan dallara sahip bitkilerdir.

--Yerküre üzerinde bulunan büyük ekosistemlerden birisidir. Yeryüzünün %71'lik kısmını oluştururlar. Sucul ekosistemler Tatlı su ve Deniz ekosistemleri olarak 2'ye ayrılır.

Deniz ekosistemleri fiziksel ve kimyasal faktörler bakımından homojen özellikler taşır. Tatlı su ekosistemleri ise fiziksel ve kimyasal faktörler bakımından aşırı değişimler gösterebilir.

- Deniz (Tuzlu Su) Ekosistemi

Hidrosferin % 98'lik bölümünü oluşturan okyanus ve denizler yeryuvarı yüzeyinin de % 71'lik bölümünü oluşturur. Denizsel ortamlar ortalama 4000 m. derinliğe sahiptir. En derin kısmı 12 000 m. ye kadar inmektedir.

Deniz ortamı ekolojik özellikleri bakımından Bentik ve Pelajik olmak üzere iki bölgeye ayrılır. Bentik Bölge, kıyı çizgisinden suyun en derin yerine kadar olan bütün dip kısımlardan, Pelajik bölge ise bentik bölgeyi de örten bütün su kütlesinden oluşur. Bentik bölgede kayalık bölgelerde bazı liken türleri ile eklem bacaklılar, yumuşakçalar ve derisi dikenli hayvanlar bulunur. Pelajik bölgede ise Fitoplankton, zooplankton gibi organizmalar ile balık, bazı sürüngen ve memeli gibi omurgalılar ve mürekkep balığı, ahtopot, karides, yengeç gibi bazı omurgasız hayvanlar ya-şar. Bu hayvanların suyun dip kısmıyla bir ilişkisi yoktur.

- Tatlı Su Ekosistemi

Bunlar akarsular (dere, çay ve nehirler) ve durgun sular (göl, gölet ve barajlar) olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Bu sular arasında daima bir geçiş gözlenir.

Akarsu Ekosistemleri

Bir akarsuyun kaynağı ile döküldüğü yere kadar olan bölümleri arasında ekolojik yönden farklıklar vardır. Bu nedenle bu bölgelerde yaşayan canlılarda farklı farklıdır. Genellikle kaynak yerlerinde stenök türer baskındır. Bitkilerden soğuk sularda yaşayan bazı algler ile omurgasız hayvanlardan yassı kurtlar, isopod, amfipod ve böcek türleri gözlenir.

Durgun (Lentik) Sular

Durgun suların en önemli bölümünü göller oluşturur. Bu sular fiziksel ve kimyasal yapıları bakımından büyük farklılıklar içerirler.

Göl Ekosistemi

Göller ekolojik özellikleri bakımından Bentik ve Limnetik (Pelajik) olmak üzere iki kısma ayrılırlar. Bentik bölge kıyı çizgisinden gölün en derin bölgesine kadar tüm dipleri içerir. Limnetik bölge ise göl çukurunu dolduran ve bentik bölgeyi ör-ten su kütlesinden oluşmuştur.

-Bentik Bölge:

Bentik bölge derinlik ve içerdiği bitki türlerine göre 4 bölüme ayrılır.

•        Supralittoralzon: Gölün su dışında kalan sahil kısmı,

•        Littoralzon: 10 m. derinliğe kadar olan bitkili dip kısım

•        Sublittoralzon: 10 m. den itibaren bitkilerin ortadan kalktığı bölgeye ka¬dar olan dip kısım.

•        Derin zon: Bitkisiz derin kısımlar.

Limnetik Bölge

Gölün su kütlesi kısmıdır. Dikey yöndeki sıcaklık farklılaşmalarına göre 3 tabakaya ayrılır. Bu bölgede yaşayan organizmalar ekolojik özelliklerine göre 4 gruba ayrılırlar;

•        Plankton: Pasif olarak yer değiştiren organizmalara verilen addır. Göllerde yaşayan formlara algler, protozoonlar, Rotiferler ve krustaseler (Cladocera, Copepoda, Ostracoda) verilebilir.

•        Nekton: Aktif olarak yer değiştirebilen organizmalardır. Özellikle çeşitli balık türleri ile temsil edilmişlerdir.

•        Nöston: Yaşamlarını gölün zemin kısmında sürdüren organizmalardır. Bu faunanın çoğunluğunu çeşitli böcek grupları (Veliidae, Gerridae, Gyrinidae) oluşturur.

•        Plöston: Göl sularının yüzeyinde rüzgar etkisiyle yer değiştirebilen organizmalardır.

- Çevre, belirli bir yaşam mekânında etkili olan fiziksel, kimyasal ve biyolojik etmenler bütünlüğüdür.

-Canlı organizmaların yaşamsal bağlarla bağlı oldukları, etkilendikleri ve aynı zamanda etkiledikleri mekân birimine ORTAM denir.

-Bir organizmanın devamlı olarak yaşadığı ve ısrarla bulunduğu yere HABİTAT; canlı varlıkların yaşamını sürdürebilmesi için uygun çevresel koşullara sahip ortama ise BİYOTOP denir.

-genelde habitat bir türe ait birey veya bireylerin yerleştiği alan, biyotop ise bir kommunitenin yerleştiği alan olarak kabul edilir. Başka bir ifade ile, habitat autekolojik (birey ekolojisi) biyotop ise sinekolojik (tür toplulukları veya ekosistem ekolojisi) anlamında kullanılabilir. Habitat ve biyotoplar inorganik (kaya, toprak, su gibi) olabildiği gibi organik (parazit bitkinin veya hayvanın habitatı) de olabilir.

-Bir bölgedeki habitatların, tür ve türlerin taşıdığı genlerin sayı ve çeşitlilik durumunabiyoçeşitlilik denir.

-Biyosönoz:Biyotop denilen mekanı işgal eden ve özel bir kompozisyonu olan organizma grubuna BİYOSÖNOZ denir. Biyotop ile biyosönozun karşılıklı ilişkileri ise ekosistemi meydana getirir.

-dikkat: Yeryuvarındaki büyük iklim kuşaklarına (ılıman, tropikal gibi) bağlı olarak oluşan büyük canlı toplumuna BİYOM denir. Biyomlar yeryuvarı üzerine yayılmış bitki ve hayvanların oluşturduğu doğal ekosistemlerdir. Canlı küre olarak da adlandırılan BİYOSFER, canlıların litosfer (karasal kütle), atmosfer ve hidrosferde oluşturduğu düşünülen tabaka olarak tanımlanabilir. Bu tabaka yaklaşık 20 km'dir. Biyosferi oluşturan canlılar ile bunların cansız çevresi EKOSFER adı verilen bütünü oluşturur.

-Ekolojik Niş:

Bir organizma veya populasyonun ekosistem içindeki işlevini belirtir.

-Canlı varlıkları yaşam evrelerinin en az bir safhasında doğrudan veya dolaylı şekilde etkileyen ortamın her elemanına Ekolojik etmen (faktör) ya da Çevresel etmen adı verilmektedir. Ayrıca ekolojik etmen ortam etmeni olarak da ifade edilmektedir. Işık, sıcaklık, nem, toprak çeşidi ile besin durumu gibi etmenler ekolojik etmenlerdir.Çevresel etmenler dört grupta toplanır: I. Klimatik (iklimsel), II. Fizyografik (Topografik, Yeryüzü şekli), III. Edafik (Toprak) ve IV. Biyotik(simbiyozis, parazitizm gibi.

-Liebig'in Minimum Yasası

Canlıların yaşayabilmesi için alınması zorunlu besin maddelerinin en azından minimum miktarda alınması gereklidir. Minimum kuramı, ilk kez 1840 yılında bitkilerin beslenmesinde bazı etmenlerin kaçınılmaz olduğunu belirtmek için Liebig tarafından ortaya atılmış olup daha sonra tüm ekolojik etmenlere uygulanmıştır. Bu kurama göre, ortamdaki temel besin maddelerinden hangisi en az ise o az olan madde gelişim sınırlayıcıdır ve bir alanın verimliliği bu besin maddesi ile sınırlandırılır. Diğer besin maddeleri yeterli olsa bile canlı, ancak bu besin maddesi miktarı kadar diğerlerinden faydalanabilir.

-Canlıların ortamsal (ekolojik, çevresel) etmenler için alt ve üst tolerans sınırları bulanmaktadır. Buna SHELFORD (1913)'un tolerans yasası denir. Canlılar bu sınırlar içinde yaşamlarını sürdürürler . Bu tolerans yasasının bazı yardımcı kuralları vardır. Bunlar:

 .Organizma bir faktör için geniş tolerans gösterirken, bir diğeri için dar toleranslıdır.

.Toleransı tüm etmenlere geniş olan organizmalar geniş alanlara yayılırlar. Bir ekolojik etmene nazaran şartlar bir tür için optimum değilse tolerans sınırları diğer ekolojik etmenlere oranla indirgenebilir.

-Canlıların tolerans alanları içinde en iyi gelişebildikleri ve en verimli oldukları alana OPTİMUM ALAN; bu alanı belirleyen çevresel etmenlere OPTİMUM ETMEN¬LER denir. Bir canlının dayanabildiği, ancak yaşamını güçlükle sürdürebildiği en elverişsiz durumdaki etmen veya etmenlere SINIRLAYICI ETMEN denir. Buna göre yaşamı ve gelişimi sınırlayan etmen veya etmenlerin biri en düşük (minimum) diğeri de en yüksek (maksimum) olmak üzere iki uç sınırı bulunmaktadır. Her iki uçta da canlı, yaşamını zorlukla devam ettirmekte olup, metabolik etkenlik en düşük düzeydedir ve buna bağlı olarak aksaklıklar meydana gelir.

Tolerans sınırlarına, canlının ekolojik toleransı, ekolojik esnekliği isimleri de verilmektedir. Belli ekolojik etmenlerin değişimleri sonucu özelleşmiş farklı ortamlara bir türün yerleşme yeteneğine ise o türün EKOLOJİK VALANSI (Ekolojik Hoş-görülüğü) denir. Canlı türleri ekolojikvalanslarına göre sınıflandırılmaktadır. Bazı türlerin ekolojikvalansları dardır ve bunlar belli oranda değişim gösteren ekolojik etmenlerin etkisi altında yaşamlarını sürdürebilirler. Böyle türlere STENÖK TÜRLER denir. Bazı türler ise çok değişken veya çok farklı ortamlara yerleşme yeteneğindedirler, yani ekolojikvalansları geniştir. Böyle türlere de EURİYÖK TÜR¬LER denir. Ekolojik valans ortam etmenlerinden sıcaklık, tuzluluk, oksijen, nem, besin, biyotop, derinlik, yükseklik gibi etmenlere göre isimlendirilmektedir:

Ekolojik valansı geniş olan canlılar geniş alanlara yayılırlarken (EURİTOP TÜR¬LER), dar olan türler ise dar alanlara yerleşirler (STENOTOP TÜRLER). Ancak bazı türler de vardır ki özel biyotoplara bağlanmış olmakla beraber aynı anda Euritop veya Stenotop olabilirler. Örneğin, karasinek (Musca domestica) ve ayrık otu (Cynodondactylon) taşınım kolaylıkları, pasif girişleri ve geniş ekofizyolojik uyum yetenekleri sayesinde pek çok bölge ve biyotopta yaygın olarak bulunurlar,

Canlı türlerin ekolojikvalansları hayat devrelerine göre de değişir. Hayvanla¬rın üreme ve bitkilerin çiçeklenme ile çimlenme dönemlerinde ekolojik tolerans azalır. Örneğin, bir Mangrove bitkisinde tohumlar tuza karşı hassas olduklarından ağacın üzerinde çimlendikten sonra habitata düşerler.

-Homeostasi: Organizmalar, fizyolojik özellikleri sayesinde iç koşullarını dış etmenlere göre ayarlaması.

-İklimsel özellikteki çevresel etmenlerde olduğu gibi iki veya daha fazla sayıdaki kimyasal maddenin birlikte etkileri, bu maddelerin tek tek etkilerinin toplamından farklı olur. Buna sinerjik etki denir.

-Cansız çevrenin canlılar üzerine olan etkisine AKSİYON denir.

-Canlıların cansız çevre üzerindeki etkileri REAKSİYON olarak adlandırılmaktadır. Canlılar çeşitli etkenlikleriyle yaşam sürdürdükleri ortamın kimyasal ve fiziksel özelliklerini değiştirebilirler.

-Bir canlının diğer canlı üzerindeki etkisine KOAKSİYON denir. Canlılar arasındaki ilişkiler çok çeşitli olmakla beraber en yoğun olan ilişki beslenme ve üreme amacıyla olan ilişkilerdir.

 

 

-İKLİMSEL ETMENLER

Işık ve Ekolojik Önemi: Yeryüzündeki canlıların yegâne enerji kaynağı güneştir. Güneş enerjisi yeryüzüne ışınım şeklinde (radyasyon) ulaşabilmektedir. Işınım şeklinde yeryüzüne ulaşan enerji değişik enerjilere dönüşebilmektedir. Bunlardan en önemlisi fotosentez yoluyla kimyasal enerjiye dönüşenidir. Diğer büyük bir kısmı ısıya dönüşür, bu da suyun buharlaşmasını ve yeryüzünün ısınmasını sağlar.

Ormanlarda görülen ışık tabakalarını su ortamlarında da görmekteyiz. Sucul ortamın önemli bir bölümünü oluşturan denizel ortamda ışığın vertikal (dikey) yöndeki yayılış derecesine bağlı olarak üç zona ayırt edilir:

i.Eufotikzon: Yüzeyden ortalama 50 m derinliğe kadar olan zondur; fotosentez için ışık enerjisi ve mineral tuzlar bol olarak bulunur.

ii.Oligofotikzon: 50 metreden ortalama 500 metre derinliğe kadar inen loş veya karanlık zondur

iii.Afotikzon: Ortalama 500 metreden daha derin ve karanlık zondur.

Denizlerde görülen bu ışık tabakaları göllerde Littoral, Limnetik ve Derin zon olarak anılmaktadır.

i.Littoralzon: Işıklı olup zemini genellikle çiçekli bitkilerle örtülüdür.

ii.Limnetikzon: Fotosentez için yeterli ışık mevcuttur ve yeterli oksijen bulunmaktadır.

iii.Derinzon: Fotosentez düzeyinin altında yer alır ve ancak çok derin göllerde rastlanır.

-Işık şiddetinin etkisine göre bitkiler iki ana grup altında toplanabilirler. Bunlardan fazla ışık şiddetine gereksinim duyan bitkilere Heliofit (Güneş Bitkileri), az ışığa gereksinim duyanlara da Siyofit (Gölge Bitkileri) bitkiler denir.

Bitkilerin fotosentez, fotoperiyodizm, terleme, çimlenme ve çiçeklenme etkenlikleri ışık şiddetine bağlı olarak değişmektedir. Örneğin ışık şiddeti ile fotosentez hızı arasında bir uygunluk söz konusudur. Işık şiddetinin belirli bir noktasına kadar fotosentez hızı da artmaktadır. Fotosentezde net kazancın başladığı, yani fotosentezle alınan CO2 ile solunumla verilen CO2 miktarının eşit olduğu ışık şiddetine Işık Kompenzasyon Noktası (Işık Denge Noktası) denir. Bu nokta gölge bitkilerinde güneş bitkilerine göre daha düşüktür. Aynı durumu ışık optimum ve maksimum noktalarında da görmekteyiz.

-Işık şiddeti yanında ışık süresinin de organizmalar üzerinde etkisi bulunmaktadır. Organizmalar gün uzunluğuna farklı şekilde tepki göstermektedir. Organizmaların gelişimlerini tamamlayabilmeleri için gün uzunluğuna tabi oluşları FOTOPERİYODİZM olarak ifade edilmektedir. Bazı bitkiler 15 saatten fazla gün uzunluğunda çiçeklenirlerken (Uzun gün bitkileri; örneğin Ispanak), bazı bitkiler 15 saatten az gün uzunluğunda çiçeklenirlerken (Kısa gün bitkileri, örneğin Tütün) bazı bitkiler ise gün uzunluğundan etkilenmezler (Nötr bitkiler, örneğin, Domates).

Fotoperiyodizm ve ışık şiddeti bitkilerde olduğu gibi hayvanlar üzerinde de önemli etkiye sahiptir. Hayvanlarda fotoperiyodizmle oluşan biyolojik ritmler; üreme periyodunu uygun mevsime rastlatmak ve uygun olmayan yaşam koşullarında diapoz'a girmektir.

-Diapoz: Canlılarda düzenli olarak ve tekrarlanan şekilde ortaya çıkan olumsuz çevre koşullarında büyüme ve gelişmedeki gecikme durumudur.Diapoz olayının en yaygın olarak böceklerde meydana geldiği saptanmıştır.

-Sıcaklık, atmosferdeki hava hareketlerinden, iklimsel değişimlerin oluşmasından ve mevsimlerin belirmesinden birinci derecede sorumlu olan önemli bir etmendir.

-Yaz mevsiminin gelmesiyle fazla ısınan yüzey suları daha az yoğun olduklarından soğuk dip suları üzerinde bir tabaka meydana gelir. Üst sular soğumaya başlar ve dibe doğru akmaya başlar.Bunun sonucu olarak da göllerde yaz mevsiminde üç tabaka oluşur: Epilimnion (Yüzeysel) Tabakası; Rüzgârın etkisinde olan, çalkantılı, bol oksijenli, iyi aydınlatılmış ve fitoplanktonca zengin tabakadır. Termoklin (Metalim-nion, Geçiş) Tabakası; Sıcaklığın ani olarak değiştiği tabakadır. Hipolimnion (Dip) Tabakası; Sıcaklığın sabit, suları sakin, ışığın olmadığı veya çok az olduğu ve fitoplanktonun nadir görüldüğü tabakadır.

-Bir bölge toprağının sıcaklığı bu bölgenin güneşlilik derecesine, hava hareketlerine, bitki örtüsüne, toprağın rengine, su içeriğine, fiziksel ve kimyasal yapısına bağlı olarak değişir. Sucul ortamlarda meydana gelen tabakalaşma toprakta da meydana gelmektedir. Kış aylarında toprağın üst yüzeyi en soğuk, derine inildikçe sıcaklık artışı görülür. Yaz mevsiminde ise toprak yüzeyinde sıcaklık en yüksektir.

-Canlı varlıklar sıcaklığa olan toleranslarına göre iki gruba ayrılabilirler: Stenoterm ve Euriterm. Stenoterm formlar, dar sıcaklık değişimine uyum gösterirken, Euriterm formlar geniş sıcaklık değişimlerinde yaşayabilen ve geniş yayılış alanına sahip canlılardır. Stenotermtürlerden yüksek sıcaklıkta yaşayanlar StenotermTermofil (Megaterm: Politerm), düşük sıcaklıkta yaşayanlar da StenotermPsikrofil(Mikroterm. Oligoterm) olarak adlandırılmaktadır.

-Organizmalar, uygun olmayan sıcaklıklara birçok davranışla uyum sağlayabilmektedirler. Ekstrem sıcaklık koşullarına uyabilmek için, organizmalar tohum, kist, yumurta ve pupa gibi yapılar oluştururlar. Soğuk mevsimi, bitki türlerinin bazısı sadecetohum, toprak altı gövdesi veya toprak üstü gövdesi ile, bazıları ise yaprak dökümü veya yapraklarındaki tüyler ve kalın kutikula tabakası sayesinde geçirebilmektedir. Sıcak koşullarda ise, örneğin çöl şartlarında terlemeyi en aza indirmek için (su kaybını önlemek amacıyla) yapraklarında veya gövdelerinde morfolojik uyumlar geliştirmektedirler.

-Hayvanlarda ise bu uyum; sıcakkanlı hayvanlarda sıcaklık-boy ve vücut örtüsü ile ilgilidir. Soğuk bölgelerde yaşayan memelilerin kalın kürklü oluşu gibi. Soğukkanlı omurgasız hayvanlarda ise bu Siklomorfozis denilen, yaz ve kış aylarında görülen morfolojik değişiklikler şeklinde görülmektedir.

-Kutikula: Yaprağın hem alt hem de üst yüzeyini kaplayan epidermis, tek sıralı bir hücre katmanı halindeki koruyucu bir dokudur. Epidermis hücrelerinin dış çeperleri kütikula denen ince, mumsu bir maddeyle örtülüdür. Mumsukütikula su geçirmezdir, böylece yaprak yüzeyinden olacak su kaybını minimum seviyeye indirir. Kütikula, yaprağın üst yüzeyinde genelde daha kalındır, bu nedenle yaprakların üst yüzeyi alt yüzeyine oranla daha parlak gözükür.

Siklomorfizis: Ardışık nesiller boyunca bir organizmanın fenotipinde mevsimsel değişime bağlı olarak ortaya çıkan değişikliklerdir.

-Yağış, karasal organizmalar için son derece önemli olan su etmeninin kaynağını oluşturmaktadır. Sıcaklık etmeni ile birlikte yeryüzündeki bitki ve hayvan topluluklarının yapısal özelliğini, tür zenginliğini ve yaşamsal aktivitenin ritmini belirlemede önemli role sahiptir. Havadaki su buharının gerekli meteorolojik koşullar ile yoğunlaşarak atmosfer çökelleri halinde (kar, yağmur, sis, çiğ gibi) yeryüzüne düşmesine yağış denir.

Yağışlar yanında iklimin belirlenmesinde nem tayini de zorunludur: Hava nemi iki şekilde ifade edilir:

.Mutlak Nem:Birim hacimdeki havanın içerdiği (1 m3) su buharı miktarının gram olarak ifadesidir.

.Oransal (Nispi) Nem:Belli bir sıcaklıkta birim hacimdeki havanın içerdiği su buharının aynı sıcaklıktaki havanın doymuş su buharı miktarına oranıdır. Nemin değerlendirilmesinde oransal nem esas alınmaktadır. Hava nemi Psikometre veya Higrometre ile ölçülmektedir.

-Havadaki su buharı kaynağını sucul (göl, nehir ve denizler) ve karasal ortamda meydana gelen buharlaşmalar ile canlıların terleme ve solunum olayları sonucu oluşan buharlaşma oluşturur. Özellikle canlıların terleme yoluyla su kaybını kontrol ettiği için sıcaklık ve nem, beraberce yaşamı sınırlayıcı role sahiptirler.

Canlılar atmosfer nemine karşı bir takım davranışlar geliştirmişlerdir. Bu sayede değişik nem değerlerine karşı uyum sağlamışlardır. Canlılarda görülen bu uyumsal davranışlar hemhayvanlar hem de bitkilerde görülebilmektedir. Hayvanlardaki uyumlar deri yapısı, solunum organlarının konumu ve davranıştaki uyumlar şeklinde olabilmektedir.

-Bitkilerde de neme karşı çeşitli davranışlar görülmektedir. Nemli havada yap-rak ve çiçekler son durumuna kadar açılırken, düşük nemde yapraklar kapanarak yüzeylerini küçültürler ve böylece terlemeyi en aza indirirler. Bazı karayosunların-da ise nem durumuna göre yapraklarında renk değişiminin meydana geldiği görülmektedir.

-tüm canlı varlıklar suya olan gereksinimlerine dayanılarak çeşitli ekolojik gruplarda incelenebilirler. Bunlar genel olarak akuatik, higrofil, mezofil ve kserofil formlardır.

Akuatik (Hidrofil) Canlılar

Devamlı suda yaşayan formlardır. Bitkiler için Hidrofit, hayvanlar için Hidrokolte¬rimi kullanılmaktadır. Hayvanlardan balık türleri ve suda yaşayan diğer türler; bit¬kilerden ise nilüfer (Nymphaea sp.), su mercimeği (Lemna sp.) gibi diğer suda ba-tık veya yarı batık türler örnek verilebilir.

Higrofil (Higrobi) Canlılar

Sadece çok nemli karasal ortamlarda yaşayabilen organizmalardır. Bitkilerin bu tür formları Higrofit grubu altında toplanmaktadır. Hayvanlardan ergin Amphibia grubu ile karasal Gastropod' ların çoğu ve mağara hayvanları bu gruba girmektedir.

Mezofil (Mezobi) Canlılar

Suya, atmosferik neme olan gereksinimleri nispeten azalmış olan organizmalardır. Mevsimsel nemlilik değişimlerine dayanabilirler. Bu gruba dâhil bitkilere Mezofit, hayvanlara Mezokol adı verilir. Bu gruba giren bitkiler yaş toprakları severler. Yağışın yıl boyunca iyi ve devamlı olduğu bölgelerde iyi gelişirler (örneğin, Ranun-culusficaria). Çevremizde bulunan bitki ve hayvan türlerinin çoğu bu grupta yer almaktadır.

Ksesofil (Kserobi) Canlılar

Kurak ortamlarda yaşayabilen organizmalar olup, çöllerde ve sahil kumsalında yayılış gösteren türlerin çoğu bu gruba girer. Organizmalar kurakçıl ortama uymak için bir takım yapısal değişikliklere uğramışlardır. Bu gruba giren bitkilere Kserofit denir. Bitkilerdeki yapısal değişikliğin en önemli özelliği, terlemeyi en aza indirici amaca yönelik olup, bu yapısal değişiklikler arasında; yaprak yüzeylerinin mumsu ve tüylü, batık ve küçük stoma, yapraklarda indirgenme, küçük hücreler ve hücrelerarası boşluklar ve iyi gelişmiş palizat parankiması sayılabilir. Kserofit bitkilere örnek olarak Verbascum sp. (sığırkuyruğu), Opuntia sp. (Kaynanadili), Likenler.   Bu gruba giren hayvan türleri ise Kserokol olarak adlandırılır. Hayvanların kurak koşullara karşı gösterdikleri yapısal değişimler arasında en belirgini, su geçirmeyen integüment (deri, zar, kabuk, gömlek) ve solunumda akciğer yerine trakenin bulunmasıdır.

---Sıcaklık ve basınç farklılıkları nedeniyle oluşan hava kütlesi hareketlerine rüzgar denir. Atmosferdeki hava kütlesi hareketleri ile iklimler oluşur ve havanın içerdiği gazları atmosferde dengeli bir şekilde dağılım gösterir. Rüzgarların ekolojik etkisi esme yönüne, şiddetine ve esme mesafesine bağlı olarak değişir. Rüzgar ya doğrudan ya da dolaylı olarak canlılar üzerinde olumlu ya da olumsuz etkilere sahiptir.

Rüzgârın Doğrudan Etkisi:

Ağaç dallarını kırması, fidanları sökmesi, hayvanların barınaklarını ve yuvalarını dağıtması rüzgârın doğrudan ve zararlı etkisidir. Bitkilerin polen ve tohumlarının yayılmasını sağlaması ise rüzgârın yararlı etkisidir. Ayrıca bazı böcek türlerinin yer değiştirmesinde de rüzgârın etkili olduğu saptanmıştır.

Rüzgarın dolaylı etkisi:

•Kuruma: Rüzgâr bitkilerin yaprak çevresindeki nemli havayı sürükleyerek uzaklaştırır ve bitkinin kurumasına neden olur.

•Cücelik: Aşırı hızdaki rüzgâr, bitkinin normal gelişimini engelleyerek cüce kalmasına neden olur. Burada rüzgârın cüceleşmeye yol açmasındaki önemli nedenlerden birisi, bitkinin tepe tomurcuklarına zarar vererek yanal tomurcukların egemenliğine yol açmaktır.

•Şekil değişimi (Deformasyon): Belli yönde esen rüzgârların etkisinde kalan genç sürgünler, rüzgârın geldiği yönde gelişemezler. Bu nedenle ağaçlar asimetrik gelişim (bayrak oluşumu) gösterirler.

•Rüzgâr erozyonu: Bu olay rüzgârın etkilerinden en tehlikelisidir. Rüzgârla taşınan kumlar daha ilerde bir yerde yığın oluşturarak kumulları oluşturur. Bu durum, erozyona ve çölleşmeye neden olur.

-Rüzgâr, gerek toprakta gerekse bitkilerde buharlaşmayı hızlandırarak su kaybına neden olur. Bu nedenle de bitkiler yeterli derecede fotosentez yapıp gelişemezler.

Yukarıya Git